26 Ağustos 2007 Pazar

Türkiye kuruyor

Araştırmalara göre Türkiye son 40 yılda Maramara Denizi büyüklüğünde sulak alanı kaybetti.Kaybedilen 1.3 milyon hektarlık sulak alan Van Gölü'nün 3,Türkiye'nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir'in 25 katına denk gelmektedir.Sulak alanların kaybolması nedeniyle bölgeye göçmen kuşlarda uğramaz oldu.

Grip virüsü şişmanlatıyor

Amerika'da yapılan yeni bir araştırma,gribe yol açan bir virüsün aşırı şişmanlığa da neden olduğunu belirledi.Buna göre kök hücreler bu virüse maruz kalınca yağ hücrelerine dönüşüyor.Hücreler yağı depolamaya başlıyor ve kişi şişmanlıyor.Araştırma şişmanlığın bulaşıcı olabileceğinide kanıtladı.

24 Ağustos 2007 Cuma

Parmak arasında tehlike

Birkaç yıldır çok moda olan parmak arası terliklerin,şeker hastaları için çok büyük bir tehlike oluşturduğu belirtildi.Doktorlar,"Şeker hastaları hissetme yönünden sıkıntılıdır.Terliğin parmak arasına oturan parçası yara yapar,ancak hasta farketmez.Ayakta iltihaplanmar oluşur,cerrahi müdahale bile gerekebilir" diyor

Yazın yüksek nem sağırlığa yok açıyor

Dış kulakta terin birleşmesiyle oluşan nemin,hastalıkları tetikliyerek işitme kaybına neden olabileceği açıklandı.Çukurova Üniversitesi Doç.Dr. Barlas Aydoğan şunları söyledi:Yazın en büyük sorun olan nem,dış kulakta kolay birikiyor.Çok hassas olan dış kulak derisi en ufak kaşıntı enfeksiyona neden oluyor.Kirli suya girilmemeli,kulak kaşınmamalı ve hemen kurulanmalıdır.

23 Ağustos 2007 Perşembe

En büyük gezegen hangisi ?

Amerikalı bilim adamları,güneş sisteminin dışında bügüne dek bilinenen büyük gezegeni keşfetti.Dünya'nın 20 katı büyüklüğündeki gezegene TrES-4 adı verildi.Büyük kısmı hidrojenden oluşan dev gezegen,Dünya'dan bin 435 ışık yılı uzaklıkta.Bin 327 derecelik bir ısıya sahip olan gezegen ana yıldızın etrafında bir tam dönüşü 3.5 günde tamamlamaktadır.Buda TrES-4'ün bir yılının Dünya'da ki bir haftanın sadece yarısına denk geldiğini gösteriyor.

Ipod'un Zararları

İngiliz bilimadamlarının yaptığı araştırmaya göre,ipod kullanan okul çağı gençlerinin zekasında ve okul başarılarında ciddi bir gerileme olduğunu saptamıştır.

22 Ağustos 2007 Çarşamba

İhanet Noktası

Dan Brown'un yazdığı güzel kitaplardan birisidir.Kitapda ABD başkanlığına aday olan bir adamın ve kızının maceralarını anlatmaktadır.Aday Nasa'ya harcanan aşırı paranın boşa gittiğini savunarak,tüm halkın dikkatini üstüne çekerek,başkanlık yolunda emin adımlarla gider.Ancak dönemin başkanı Nasa aracılığı ile uzayda çok büyük bir gelişme yaşar.Buna adayın kızıda ortak olmuştur.İşte tam burası İhanet Noktasıdır.

Pacman

Pacman,çok eskilerden beri varolan ancak yıllar geçtikçe kendini ve boyutlarını yenileyen çok klasik ama bir o kadar da güzel bir oyundur.Daire şeklindeki pacman ile nokta şeklindeki tanecikleri almaya çalışan bir oyundur.Bölüm atladıkça zorlanan gayet zevkli bir oyundur.En çok oynanan versiyonları arasında Pacman 2000 bulunmaktadır.

21 Ağustos 2007 Salı

merkür hakkında geniş kapsamda bilgi...

Güneşe uzaklığı: 465 869 Mio km
Yörüngesel dışmerkezlilik: 0.206
Yörüngesel eğiklik: 7 0
Eksensel eğiklik: 2 0
Çap: 4870 km
Kurtulma hızı: 4,2 km/sn
Kütle: 0.055 (Yer = 1)
Hacim: 0.056 (Yer = 1)
Yoğunluk: 5.44 (su =1)
En yüksek kadir: 1.9
Dolanım süresi: 88 gün
Eksensel dönme: 58.6 gün
Kavuşum dönemi: 116 gün
Uyduları: Yok





Gözlem koşulları: Güneşe en yakın gezegendir. Çıplak gözle görülebilmesi ancak güneş ufkun hemen altındayken mümkün olabilir. Merkür'ün kavuşum dönemi 116 gündür bu sürenin yarısında Güneşin önünden gider, yani batısındadır,diğer yarısında ise Güneşin arkasından gider yani doğusundadır.



Merkür Mart ve Nisan aylarında akşam yıldızı olarak, Eylül ve Ekim aylarında ise sabah yıldızı olarak en iyi şekilde görülebilir.



Küçük teleskopla yoğun, beyaz bir cisim olarak görülür ve dönemleri ayırt edilebilinir.


Çıplak gözle görülebilen gezegenler arasında en az dikkat çeken Merkür’dür. Büyük olasılıkla onu görmemiş birçok insan vardır, çünkü onu görebilmek için doğru saatte doğru yere bakmak gerekir. Şehirlerde ve endüstri bölgelerinde yaşayan kişilerin onu görebilme sansı neredeyse hiç yoktur.(bütün şehrin elektrikleri kesilmedikçe)



Merkür aslında birçok yıldızdan hatta Sirius’tan bile daha parlak olabilir. Sorun onu asla karanlık bir zemin üzerinde göremememizdir. Durumu zorlaştıracak şekilde her zaman Güneş’e çok yakın bir yerdedir. Dolayısıyla çıplak gözle görülebilmesi sadece günbatımından hemen sonra batıda ve gün doğumundan hemen önce doğuda ufka çok yakın bir noktadayken olanaklıdır. Merkür bir yıl içinde çıplak gözle ancak onbeş-yirmi görülebilir.

Eski araştırmacılarında farkında oldukları gibi güneye inildikçe Merkür’ün görülmesi kolaylaşır. Ilk zamanlarda sabah Merkür’ü ile akşam Merkür’ünün iki farklı gök cismi olması gerektiği düşünülüyordu; ama sonradan ikisinin aynı olduğu anlaşıldı. Gezegen çok hızlı hareket ettiğinden ona “tanrıların habercisi” Hermes’in adı verildi. Yunan tanrısı Hermes Roma tanrılarından Merkür ile özdeşleştirilir.

Yakın geçmişe kadar Merkür’ün yüzey şekilleri hakkında çok az şey biliniyordu. 4870 km kadar olan çapıyla oldukça küçüktür; Güneşten ortalama uzaklığı 58.000.000 kilometredir, yani Dünyaya 80.000.000 kilometreden fazla yaklaşamaz. Aslın yüzeyiyle ilgili tüm bilinenler, tek bir uzay aracının yani 1973 ve 1974’te üç ölçüm yapmış olan Mariner 10’un gönderdiği verilere dayanır.

Hareketlerini ve kütlesin belirlerken bir sorunla karşılaşmıyoruz. Merkür’ün Güneş etrafındaki dolanım süresi, yani bir Merkür yılı 88 Dünya günüdür; çapı da daha önce belirttiğim gibi 4870kmkadardır. (Karşılaştırma yapılabilmesi açısından Ay’ımızın çapı 3472 km.dir. ) Kütlesi ise Dünyanın kütlesinin 0,38’i kadardır. Dünyadaki ağırlığımız 80 kg ise Merkür’de bu 20 kiloya düşer.

Mariner 10’un dillere destan yolculuğundan önce, Merkür’ün yüzeyinde Ay’daki gibi dağlar ve kraterler olduğu düşünülüyordu ama bu konuda kesin bir bilgi yoktu. Küçük ve uzak olduğunu bir kenara atsak bile Merkür, Dünya’dan gözlemlenmeye uygun bir gök cismi değildir. Bize en yakın olduğu anda yani alt kavuşum noktasındayken karanlık yüzü bize dönüktür ve evre büyüdükçe görünen çapı küçülür. Dolun olduğunda, güneşin arkasındadır ve kesinlikle görülemez. Teleskopla çalışan gözlemciler hep bu tür zorluklarla uğraşmak zorunda kalırlar.


Sistemli olarak yürütülen gözlemlerin ilki. 18. yüzyılın sonlarına doğru William Herschel tarafından gerçekleştirilmiş ama pek de başarılı bir sonuç elde edilememişti. Yine aynı tarihlerde Alman J. H. Schöter teleskopla yaptığı gözlemler sonucunda Merkür’ün yüzeyinde yükselen dağlar gördüğünü öne sürdü; her ne kadar Schöter’e saygımız sonsuz olsa da ve dürüstlüğünden şüphe etmesek de bu sonucu ciddiye almamız pek mümkün değil. Sonra sıra enerjik bir Italyan olan Giovanni Virginio Schiaparelli’ye geldi. 1881’de başladığı seri gözlemlerini 1889 yılına kadar sürdürdü. Milan’da yaptığı çalışmalarında 22 ve 50 santim açıklıklı mercekli teleskoplar kullandı.

Merkür’ün çıplak gözle görülebildiği anlarda ufka çok yakın bir noktada bulunduğunu ve bu yüzden gözlem koşullarının elverişsiz olduğunu şüphesiz Schiaparelli de biliyordu. Bu durumda tek seçenek Merkür’ün tepede olduğu anlarda yani gün ışığında gözlem yapmaktı. Schiaparelli de bu yöntemi kullanıyordu; hatta gezegenin aydınlık ve karanlık alanlar olarak adlandırdığı bölgelerini gösteren bir haritasını bile çıkarmıştı. Ayrıca Merkür’ün dolanım süresi ile dönme süresinin eşit olduğunu(88 Dünya günü) yani gezegenin hep aynı yüzünün güneşe dönük olduğunu öne sürdü.

Ama gezegenin bir yarısının sürekli aydınlık diğer yarısının ise sürekli karanlık olduğunu söylemek doğru olmaz, çünkü Merkür’ün yörüngesi dairesel değil, dikkat çekecek kadar dışmerkezli bir elipstir. Güneş’ten uzaklığı günberi noktasında 45,8 milyon km, günöte noktasında 85,2 milyon km olmak üzere iki değer arasında değişiyordu. Bu da dönüş hızı değişmezken yörüngesel hızın değiştiği anlamına gelir. Yani yörüngedeki konum ve dönüş miktarı zaman zaman birbirlerine ayak uyduramazlar. Sonuçta Merkür tıpkı ay gibi yavaşça öne arkaya doğru sallanır. Bu duruma sallantı (librasyon) adı verilir. (Bu konuda IV. Bölüm’de “Ay” konusunda daha ayrıntılı olarak bahsedilmiştir.) Bun durumda Merkür üzerinde, sürekli gündüz olan bölge, sonsuza kadar karanlık olan bir bölge ve bu ikisinin arasında Güneş’in ufukta bir görünüp bir kaybolduğu ince bir alacakaranlık olacaktır. (Alacakaranlık kuşağı Merkür’ün dayanılabilir sıcaklığa sahip tek bölgesidir.)

Antoniadi, 1934’te Merkür hakkında içinde gezegenin yüzey haritasının da bulunduğu bir kitap yayınladı. Bu kitapta tartışılabilir pek çok konu vardı bunlardan birisi de Merkür’ün fark edilebilir bir atmosfere sahip olduğu iddiasıdır. Bu ilk bakışta pek olabilirmiş gibi görünmüyor. Bir gök cisminin atmosfer tutabilmesi iki etkene bağlıdır: Sıcaklık ve kurtulma hızı. Pek değişmeyen sıcaklığı ve saniyede 11,2 kilometrelik kurtulma hızı ile Dünya kalın bir atmosfer tutabilmektedir. Ay ise 2,4 olan kurtulma hızı yüzünde bu konuda başarısızdır. Merkür’ün kurtulma hızı saniyede 4,2 kilometredir ki bu da büyük bir olasılıkla sınır değere çok yakındır. Ama gezegen çok sıcak olduğundan ve sıcaklık arttığında atmosferdeki moleküllerin hızları artacağından, bu moleküllerin kaçma olasılıkları da artacaktır.

Antoniadi, Merkür üzerinde sık sık kararmalar görüldüğünü ve Merkür’ün bulutlarının Mars’ınkilere göre daha yoğun ve etkili olduğunu; bu bulutların bazen günlerce yok olmayıp “Solitudo Criophori” gibi karanlık bölgelerin durduklarını iddia etmişti. ama ne yazık ki bulutlarının kalıcı olduğu şüpheli.

Peki o zaman hayat, var mıydı? Antoniadi bu konuda “Merkür’ün kutuplarına yakın bölgelerinde, mikrop gibi, az gelişmiş hayat biçimleri yoktur diyemeyiz, her ne kadar olmayabilirlerse de bu mümkün” diyor. Kitabında geçtiği şekliyle Merkür’ü tarif edişine bakmak ilginç olabilir.

Akla yatkın ama ne yazık ki tamamen yanlış. Bu gün bu betimlemenin Merkür’e zerre kadar bile benzemediğini biliyoruz. Son otuz yılda yapılan keşifler, Merkür’ün pek misafirperver olmadığını gösteriyor.

Merkür’ün gerçek yüzüne dair ilk bilgi, 1962 yılında W.E. Howard ve meslektaşlarının Michigan’da yaptıkları çalışmalar sonucu alındı. Merkür’den yansıyan uzun dalga ışınımları (kızılötesi ışınlar) ölçen ekip, gezegenin karanlık yüzünün hiç güneş ışığı almaması durumunda olması gerektiği kadar soğuk olmadığı sonucuna vardı. Daha sonra Rolf Dyce ve Gordon Pettengill tarafından yürütülen ve Porto Riko’nun Arecibo kentinde, doğal bir çanak içine yerleştirilmiş güçlü bir yansıtıcı kullanılan radar çalışmalarından da bu iddiayı destekleyici sonuçlar elde edildi.

Merkür küçük ve anlaşılması zor bir hedefti ama, 1960’ların ortalarında radar menzili içine girmişti. Sinyaller dönmekte olan bir cisimden geri yansıdıklarında, elde edilen yankı dönüştürülerek cismin dönme hızı bulunabilir. Arecibo ekibi, dönme süresinin, 88 değil 58,7 Dünya günü olduğunu buldu. Yani sürekli güneş alan bölge veya sonsuza kadar gece olan bir bölge yoktu, ayrıca alacakaranlık kuşağı da yoktu.

Merkür’ün Güneş sisteminin ilk zamanlarında şu andakinden daha hızlı dönüyor olduğu ve Güneş’in çekim kuvveti tarafından yavaşladığı varsayımı son derece mantıklıdır. Ama rastlantı sonucu olup olmadığı belli olmayan garip bir ilişki daha vardır. En basitinden de olsa matematiksel araştırmalara girmek istemiyorum, dolayısıyla elimden geldiğince kısa bir biçimde durumu özetlemeye çalışacağım:

Merkür’ün kavuşum dönemi ortalama 116 Dünya günüdür. Dönme süresi (58,7 Dünya günü), dolanım süresinin üçte ikisine eşittir(88 Dünya günü) Merkür’de iki Güneş doğuşu arasındaki süre 176 Dünya günü, yani 2 Merkür yılıdır. Bu aralık, yani 176 Dünya günü, kavuşum döneminin yaklaşık 1,5 katıdır. Buradan çıkacak sonuç şöyledir: Her üç kavuşum döneminden sonra Merkür’ün aynı yüzü, aynı evreyi geçirecektir.


Şimdi de rastlantısal olan duruma bakalım. Tabii böyle bir rastlantı olabilirse! Merkür’ün üç kavuşum dönemi toplamı, yaklaşık bir Dünya yılı etmektedir. Netice olarak, Merkür’ü gözlemlemek için en uygun zaman, her üç kavuşum döneminde bir gerçekleşmektedir. Şimdi beşinci maddeye tekrar bakalım. Sizin de farkettiğiniz gibi, Merkür’ün gözleme en uygun olduğu anlarda, hep aynı yarıküreyi görüyoruz. Yani yüzey üzerinde hep aynı konumda olan aynı izler.

Bundan başka, Merkür takvimi de oldukça tuhaftır. Daha önce bahsettiğim gibi belirgin bir şekilde dış merkezlidir. Bu nedenle yörüngesel hızı günberi noktasında saniyede 58 km, günöte noktasında saniyede 38 km olmak üzere iki değer arasında değişir. Dünya gibi ekseni 23.5 derece eğik olan bir gezegenin yanında Merkür’ün 2 derece kadar olan eksenel eğimi ihmal edilebilir; bu da demektir ki Merkür, yörüngesine göre ‘dik’ bir şekilde dönmektedir. Merkür günberi noktasının yakınındayken, yörünge açısal hızı sabit olan dönme aşısal hızını geçer. Bu durumda Merkür üzerindeki bir gözlemci Güneş’in yavaşça geriye devindiğini yani ters yönde hareket etmeye başladığını görür. Her günberi döneminde tekrarlanan ve Güneş’in daha küçük çapta göründüğü bu süreç, 8 Dünya günü kadar sürer. Daha sonra Güneş ‘kızgın kutup’ diyebileceğimiz bir noktanın üzerinde asılı gibi kalır. Merkür’de iki tane kızgın nokta vardır; gezegen günberi noktasına eriştiğinde, bunlardan biri veya öbürü tam bir güneş ışının tahribine maruz kalır. Bu ışınım yoğunluğu ışınımları 90 derecelik bir açıyla alan bölgelerin aldığının 2.5 katıdır.

Varsyalım ki ikisi de Merkür’ün ekvatorunda bulunan iki gözlemci var; ama ikisi de birbirlerinden boylamsal olarak 90 derece uzaktalar. Gözlemci A, bir kızgın kutupta, bu durumda Merkür günberi noktasındayken, gözlemcinin başucunda başka bir deyişle, tam tepesinde olacaktır. Yani Güneş, Merkür günöte noktasına yaklaştığında doğacak ve görünen çapı en küçük halinde olacaktır. Güneş gözlemcini başucuna yaklaştığında yavaşlayacak ve çapsal olarak büyüyecektir. Başucunu geçtikten sonra ise duracak ve ters yönde hareket etmeye başlayacaktır; tekrar normal hareket yönünde dönene kadar 8 Dünya günü geçecektir. Doğduktan 88 Dünya günü sonra, ufukta batmak üzere olduğundaysa çapı iyice küçülmüş olacaktır.

90 derece uzakta olan Gözlemci B ise, Güneş’i en büyük haliyle doğuyor olarak gördüğünde, Merkür de günberi noktasında olacaktır. Son derece garip olan bu gün doğumunda Güneş, görüş alanına girdikten hemen sonra, neredeyse hiç görünmez oluncaya kadar tekrar batar. Daha sonra ise gökyüzünde yükselmeye başlar ve gözlemcinin başucuna yaklaştıkça küçülür. Tam tepesinden geçerken herhangi bir ‘havada asılı kalma durumu’ olmaz; ama günbatımı biraz uzun olacaktır. Merkür tekrar günberi noktasına geldiğinde, Güneş bir an için ufukta yok olup sonra sanki veda etmek için geri dönmüş gibi ortaya çıkacak ve nihayet 88 Dünya günü boyunca tekrar doğmamak üzere batacaktır.

Garip olan bir başka durum ise yıldızların gökyüzünde Güneş’in ortalama hızından üç kat daha hızlı hareket etmeleridir. Bir Merkürlü bu olan biteni anlamlandırmak için ne kadar uğraşacağını düşünmek bile sıkıntı verici!

1960’ların sonlarında Merkür’ün pek de bizim tahmin etmediğimiz bir yer olduğunu öğrenmiş, ama hala yüzey şekilleri hakkında kesin bir bilgi edinememiştik. Yıllar içinde çizilen çeşitli haritalarda, Antoniadi’nin haritasına yeni bir şey eklenememişti. Bir sonraki adım, 1973’te Mariner 10’un yani Merkür’ü ziyaret eden ilk ve şimdilik tek uzay sondasının fırlatılmasıyla atıldı.

3Kasım’da yola çıkan sonda, Venüs’le 5Şubat’ta gerçekleşen karşılaşmasına doğru salınarak ilerlemeden önce Ay’ın birkaç kaliteli pozunu çekti. Venüs’e 5800 km uzaklıktan geçerken, gezegenin çekim-yardımıyla, kendisini 29Mart’ta Merkür’ün yakınından geçirecek olan yörüngede ilerledi. Böylece Merkür’ün yüzeyindeki kraterleri ve dağları gösteren ilk fotoğraflar tahmin edilenden beş gün önce, Mariner henüz gezegenden 4800000 kilometre uzaktayken alındı. Uzay aracı, gezegene en fazla yaklaştığı geçişten sonra Güneş etrafında bir kez dönerek geri geldi ve 21Eylül’de Merkür’ün yanından bir kez daha geçti. Üçüncü randevu 16 Mart 1975’teydi; ama bu arada araçtaki cihazların gücü de tükenmeye başlamıştı. 24Mart’ta araçla olan bağlantı kesildi. Mariner 10’un hala Güneş etrafında dönmekte olduğundan ve düzenli olarak Merkür’ün yanından geçtiğinden hiç şüphe yok; ama bununla beraber bir gün onunla tekrar bağlantı kurabilme olasılığı da yok.

Tabii ki tüm yüzeyin haritasını çıkaramazdı. Her geçişte hep aynı bölge güneş alıyordu. (Antoniadi’nin haritasında Solitudo Hermae Trismegisti olarak gösterilen alan ise görünmüyordu.) Bugün bile yüzeyin yarısından azının haritası çıkarılabilmiş durumda. Ama bunun yanı sıra, geri kalan kısmın da bundan çok farklı olabileceğini düşünmemizi gerektiren herhangi bir neden yok.

Mariner 10’dan aldığımız bilgilere göre Merkür yüzeyi ilk bakışta Ay yüzeyine çok benziyor; ama ayrıntılı olarak incelendiğinde bazı önemli farklılıklar olduğu görülüyor. Merkür’de Ay üzerindeki gibi, bizim yanlış olduğunu bildiğimiz halde deniz demeyi sürdürdüğümüz geniş lav düzlükleri bulunmaz. Ama içinde yer alan kraterciklerden dolayı biraz engebeli ve hepsi aşağı yukarı aynı seviyede olan dalgalı alanlar vardır. Ayrıca dalgalı uçurumlar adlandırabileceğimiz yüzlerce kilometre boyunca uzanan yılankavi izlere rastlanır. Bu izler dönen yapılarıyla Ay yüzeyine hiçbir oluşuma benzemez. En çok göze çarpan yüzey şekli Caloris Havzası’dır. Günberi döneminde Güneş’in tam tepede bulunduğu kızgın kutuplardan birinde olduğu için Caloris adı verilen havza 1300 kilometrelik bir alanı kaplar. Havzanın etrafı 1,5-2 kilometre yüksekliğindeki dağ halkalarıyla çevrelenmiştir.

Kraterlerden bazıları oldukça büyüktür; sözgelimi Beethoven’in çapı yaklaşık 650 kilometredir. Çapları 20 kilometreyi geçmeyen küçük kraterler, -diğerlerinin ortalarında tepeler varken ve kenarları kat kat yükselirken- düzgün birer çanak şeklindedirler. Ayrıca Ay’dakilere benzer ışınsal kraterler de vardır. Mariner 10’un gezegene yaklaştığında tespit ettiği ilk şekil bunlardan biri olmuştur. Bu kratere şimdi uzay çalışmalarında öncülük etmiş olan Gerard Kuiper’in anısına Kuiper adı verilmiştir. Kuiper krateri yaklaşık 65 km genişliğindedir.

Bilindiği üzere şu anda Merkür’de hiçbir faaliyet yok. Kraterler bir şekilde oluşmuşlar; ya çoğu gök bilimcinin inandığı gibi göktaşı bombardımanlarıyla ya da küçük bir azınlığın iddia ettiği gibi içsel tepkimelerle. Uzun zaman önce bir çok volkanik faaliyet görülmeli tabii ki. Yapılan hesaplarla Caloris Havzası’nın yaşı yaklaşık 400 milyon yıl olarak belirlenmiştir; ayrıca esas aktif dönem de Havza’nın oluşumundan kısa bir süre sonra erişmiştir. Bugünkü Merkür bomboş hiç değişmeyen bir yerdir.

Atmosferin beklenildiği gibi önemsenmeye değmez olduğu kanıtlanmıştır. Atmosferinin basıncı bir milibarın milyarda biri kadar bile değildir. Içerdiği ana element büyük bir ihtimalle güneş rüzgârlarıyla taşınmış olan helyumdur. Daha da şaşırtıcısı, Merkür’de zayıf ama ölçülebilir bir manyetik alanın tespit edilmiş olmasıdır. Bizimkiyle aynı türden olan bu alan, Dünya’nın manyetik alanının yüzde biri kadar güçlüdür. Manyetik eksen, dönüş eksenine göre 14 derece daha eğiktir. Bir manyetik alanın varlığı, Merkür’ün göreceli olarak büyük (Ay’dan bile büyük olabilecek) ve ağır bir demir çekirdeğe sahip olduğu anlamına gelir. Erimiş veya katı olabilecek olan çekirdeğin -hakkında herhangi bir bilgi yok- üzerindeki kabuk tabakası da birkaç metre çökerek ‘regolit’ olarak adlandırılan oluşuma neden olmuştur.

1991’de Mariner sonuçlarına değil, çalışmalarını New Mexico’daki radarlarla sürdüren gökbilimcilerin elde ettiği verilere dayanan çok şaşırtıcı bir açılama yapıldı. Burada Very Large Array (VLA) olarak adlandırılan, çok geniş bir alana yayılmış 27 antenden oluşan bir sistemle karşılaşıyoruz. VLA ile -özellikle diğer araçlarla birlikte kullanıldığında- çok yüksek ayrım elde edilebilir. Bu çalışma sırasında hedef olarak Merkür seçilmiş ve gezegenin kuzey kutbu yakınlarından alınan yankılar düpedüz ‘buz’un varlığını gösterdiği bulunmuştur!

Merkür gibi bir gezegende buzul bulunabileceği pek tahmin edilemezdi. Ancak kutuplara yakın, zeminleri hep gölge olan ve oldukça soğuk olması beklenen bazı kraterle de var. Bununla birlikte itiraf etmeliyim ki, Merkür’de hiç bir zaman su bulunamamış gibi görünüyor; su olmadan buz da olmaz.

Amatör bir gözlemci söz konusu olduğunda, Merkür’den pek fazla bir şey beklenmemesi gerektiğini kabul etmeliyiz. Ilgi çekebilecek tek şey, gezegenin evrelerini izlemek ve dairesel dış kenarın veya gün ışığı alan bölge ile karanlık bölge arasındaki ara çizginin durumunu not etmek olabilir.

Güneş’in tam önünden geçişi, hep Mayıs ve Kasım ayları içinde gerçekleşir. Sözgelimi, bir önceki geçiş 6 Kasım 1993’te gerçekleşmiştir. Günümüze en yakın geçiş ise 15 Kasım 1999 ve 7 Mayıs 2003'te olmuştu.

Geçiş sırasında Merkür çıplak gözle görülmeyecek kadar ufaktır; gözlem ancak bir teleskop, projektör olarak kullanılarak yapılabilir.




Merkür Hakkında Daha Fazla Bilgi İçin Linkler


more Mercury images
from ASU
from LANL
from JPL
from RPIF
Mariner 10 Image Project
from StarDate
from RGO
from NSSDC
Mercury Unveiled, a new look at the Mariner 10 data
from NASA Spacelink
Mercury Nomenclature Table
(low res) images from the 0.5 m Swedish Vacuum Solar Telescope
ground based images from Boston University
more ground-based images
Mercury Studies, ongoing research
Degas Crater and some links

Kolanın Zararları Colanın Zararları nelerdir

'Araştırma 1'
Kolanın ham maddelerinden biriside meyan kökü adı verilen bitkidir.Bu bitkinin üretildiği tarla gibi arazilerde fare oranı oldukca yüksektir.Çünkü fareler meyan kökünü çok sever .Döver-Biçer giriyor tarlaya tabii akıllı bir makina olamadığından o fareleride meyan köklerinide alıyor.Ve bunlar kola olarak size sunuluyor.

'Araştırma 2'
Amerikada yaşayan bir aile CocaCola almışlar.Eve gittiklerinde kolayı bardağa koyarken içinde fare olduğunu görmüşler.Ve hemen Cocacola Ücretsiz Danışma Hattı 'nı aramışlar.Hemen cocacola servetinden bir miktar vererek son model araba, ev vs... vermişler.Onlarda kabul etmişler.Ancak bunu anlatmışlar çoğu kişiye.
'Araştırma 3'
Coca-Cola ve Pepsi'nin ortalama pH degeri 3.4 tür. Bu asidite dişleri ve kemikleri eritmek için yeterlidir.

Pepsi veya coca-cola'yı içmeden önce bir düşünün. Dünyada hiç kimsenin tavsiye edemeyeceği kadar karbondioksit içiyorsunuz.

Bir şişe kola içine koyulan bir diş bir haftada eridi. Dişler ve kemikler ölümden sonra en fazla dayanan organizmalardır.

Bir kutu kolayı klozetin içine dökünüz. Bir saat kadar bekleyiniz ve sifonu çekiniz. Koladaki sitrik asit hela taşındaki lekeleri yok edecektir.

Paslanmış bir civatayı sökmek için : Kolaya batırılmış bir bezi bir kaç dakika paslı civataya uygulayınız.

Daha sizin bildiğiniz CocaCola nın yazısını çevirince ne yazdığını filan zaten googlede arayınca bulursunuz.Bilginiz olması açısından yazmakta gerek duydum.

Tianhuoko 1 Hafta Bedava 1478 Version

Evet arkadaslar
Tianhuoko 1 Hafta Bedava sürüm cıkardı herkese iyi oyunlar

Tian İndir Link http://www.tianhuo999.com/Knight2/EN...Bot1.13.00.exe

Hotmail Brute msn sifre kırıcı ve kurtarıcı

Son ek açıklama: Dosyanın içine hazır türkçe sözlerden oluşan bir wordlist dosyası, karışık rakamlardan oluşan bir wordlist dosyası, türkçe ve yabancı sözlerden oluşan bir wordlist ve ek wordlist'ler indirebileceğiniz adresler yazılmıştır.
Ayrıca program bir saldırı aracı olduğu için virüs programlarınız uyarı verir. Bu nedenle kullanım sırasında virüs programlarınızı pasif etmelisiniz.

Hotmail brute size daha kolay msn hack imkanı sunuyor. Bu program 100.000 üzerinde deneme yaparak msn şifresini birkaç dakika içinde size bulabiliyor. Girilen mail adresine önceden hazırlanmış şifreleri deniyor.bulunca direkt şifreyi gösteriyor..önemli olan hazırladığınız password lerin güzel olması... Orası sizin yaratıcılığınız..

Kullanımı...

1)account_name yazan yere maili girin, ardından @hotmail.com veya @msn.com ayarlayın.
2)Set Target Account deyin. Ok yapıp geçin.
3)Load kısmından oluþturduðunuz pass.txt dosyasını yükleyin.ok ile geçin.
4)Begin Attack deyip işleme başlayabilirsiniz... Eğer şifreyi kırarsa Results bölümünde görünecektir...!
Bu program saldırı amaçlı değil, unuttuğunuz veya geri kurtarmanız gereken MSN hesaplarınız için yayınlanmaktadır.

Örneğin diğer kullanım biçiminiz internette 5-10 şifre kullanıyorsanız; bir listenin içine bunları yazıp yorulmadan şifrenizi kurtarabilirsiniz...

indir

TBOT crack

Bu programı çalıştırmak için virüs programını devre dışı bırakınız

REFLÜ NEDİR?,REFLÜ ŞİKAYETLERİ NELERDİR?

REFLÜ NEDİR?

Halk arasında Mide Reflüsü olarak bilinen Gastro Özofageal Reflü hastalığı mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasıdır. Reflü, asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun asitten kendini koruma özelliğinin yok olmasından kaynaklanır. Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülmektedir.


Mide içeriği midenin salgıladığı hidrojen iyonu nedeniyle belirgin derecede asittir. Eğer onikiparmak barsağından mideye doğru safra geri akımı varsa mideden yukarı çıkan içerik hem asit hem de safra içerir. Alkali özellikli olan safra da mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine neden olur. Reflü hastalığı, asitli ve/veya safralı mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini asitten ve/veya safralı mide içeriğinden koruyamaması nedeniyle oluşur.

Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalarında en sık görülen özellik bu mekanizmanın gevşekliğidir. Bu durum sıklıkla mide fıtığıyla birlikte yaşanır. Mide boşalım bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer nedenlerdir.

Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna çıkmasını engelleyen iki mekanizma vardır.

KELEPÇE MEKANİZMASI
Kelepçe mekanizması, mide içeriğinin yemek borusuna çıkmasını kasların bir kelepçe gibi sıkılmasıyla engeller.



KAPAK MEKANİZMASI
Kapak mekanizması, mide içeriğinin yemek borusuna çıkmasını kasların bir kapak gibi kapanmasıyla engeller.



REFLÜ ŞİKAYETLERİ NELERDİR?
Hastalarımızın en sıklıkla başvurduğu şikayet mide yanmasıdır.
Bunun yanında göğüste yanma ve ekşime,
Ağıza gelen acı bir tat,
Ağız kokusu,
Özellikle yemeklerden sonra ve tok karna yatıldığında geceleri rahatsız eden şişkinlik, geğirme ve boğulma hissi
Göğüste takılma ve sıkışma hissiyle birlikte kalbe baskı ve çarpıntı hissedilebiliyor.
Derin nefes almada güçlük çekilebiliyor.
İleri aşamalarda da;
kronik farenjit,
kronik sinüzit,
alerjik astım
ve diş çürüklerine gidilen bir süreç yaşanabiliyor.

REFLÜ ŞİKAYETLERİ BAŞKA HANGİ HASTALIKLARI CAĞRIŞTIRIR?
HAZIMSIZLIKLA İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Şişkinlik, geğirme, midede yanma ve hazımsızlık hissi
safra kesesi taşı olan insanlarda
Ülseri olan insanlarda
Gastriti olan insanlarda
görülebilir.
KULAK BURUN BOĞAZ HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Kronik farenjit
Kronik sinüzit
Ses kısıklığı
Kronik tahriş öksürüğü
GÖGÜS HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Alerjik astım
Kronik öksürük
KALP HASTALIKLARI İLE İLGİLİ OLAN ŞİKAYETLER
Çarpıntı
Kalpte sıkıntı hissi

Ömrü uzatan 7 gıda

Badem: Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin. Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor. Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.

Kahve: Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.

Tarçın: Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini unutmayın.

Patates: Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi'ne göre en yararlı 100 besinler arasında 17. sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında pişirdikten sonra yemeyi tercih edin.

Sebze çorbası: Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca, özellikle sebze çorbası sodyum bakımından zengin. Bir kase sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki yaratıyor.

Zeytinyağı: Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında, hücrelere zarar veren “8oxodG” adlı maddenin seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanı sıra iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor, 1 çorba kaşığı zeytin yağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin.

Çay: Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran yüzde 60'a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı vücudu koruyor.

Sigara Ve Sağlık Konusunda En Sık Sorulan 50 Soru Ve Cevapları

1. Az sayıda sigara içmek zararsız olabilir mi?
Hayır. İçilen her sigaranın insan sağlığına zararı vardır. Otopside, az sayıda sigara içenlerin akciğerlerinde bile bozukluklar saptanmıştır. Öte yandan sigara içenlerin büyük bir bölümü az sayıda sigara içmeyi başaramamaktadır.
2. Sigaranın sağlığa zarar vermesi ne kadar süre sonra olur?
Sigaranın sağlık üzerine olan zararları sigaranın içildiği anda başlar. Sigara dumanı ağız, dil, boğaz, yemek borusu, nefes boruları, akciğerler ve mideye doğrudan ulaşır. Dumanın içinde bulunan zararlı maddeler de saniyeler içinde kalp, beyin, kan damarları, böbrekler, mesane gibi pek çok organa ulaşır ve zarar verir.
3. Nikotin vücutta ne gibi etkiler yapar?
Nikotin vücuda ilk olarak girdiğinde beyin ve sinir sistemini uyarır, ancak sondaki alınışlarda beyin ve sinir sistemi üzerinde baskılayıcı, uyuşturucu etki gösterir. Nikotin ayrıca kan basıncını yükseltir, nabız sayısını arttırır, sindirimi yavaşlatır, kanın damarlar içindeki dolaşımını bozar, organların yeterli kan almalarını engeller. Çok yüksek dozlarda alındığında bulantı ve kusmaya neden olur, solunum felci yaparak ölüme yol açar.
4. Sigara dumanı içindeki hangi maddeler hastalık yapar?
Dumanda bulunan katranın içinde 4000 dolayında kimyasal madde vardır. Bunlar arasında bulunan asitler, alkol aldehitler, ketonlar, siyanür, karbonmonoksit gibi maddeler doğrudan zehir etkisi gösterirler ve organlarda tahribat yaparlar. Kalp hastalıkları, akciğer kanseri, vücuttaki başka kanserler (gırtlak kanseri, mesane kanseri, yemek borusu kanseri, rahim kanseri v.b.) bronşit, amfizem gibi pek çok hastalığın sigaraya bağlı olarak meydana geldiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
5. Sigaranın bütün zararları kalıcı ve sürekli midir?
Hayır, eğer iş işten geçmeden sigara bırakılrsa vücut kendini yenileme fırsatı bulabilir. Sigarayı bırakanlarda özellikle kalp hastalığı ve kanser riskinde azalma olmaktadır. Sigarayı bıraktıktan sonra bir yıl geçince kalp krizi riski yarıya inmektedir. On yıl sonra ise kalp hastalığı ve kanser riski sigara içmemiş bir kişi ile eşit düzeye yaklaşmaktadır.
6. Sigaranın kanser yaptığı bilimsel olarak ispatlanmış mıdır?
Evet. Sigara bütün kanser ölümlerinin üçte birinden sorumludur. Akciğer kanserlerinin ise %85'i sigara nedeniyle olmaktadır. Bunun dışında sigaranın ağız, boğaz, yemek borusu, gırtlak, mesane, rahim, pankreas, böbrek vb. kanserlerin meydana gelmesinde de rolü vardır.
7. Sigara, kansere nasıl yol açmaktadır?
Sigara dumanı içinde 43 tane kanser yapıcı madde bulunmaktadır. Bunların bazıları kanseri başlatan, bazıları da kanserin ilerlemesine yol açan maddelerdir.
8. Sigara içmek kalbe etki yapar mı?
Evet yapar. Sigaranın insar vücudunda en çok etki yaptığı organların başında kalp gelir. Kalp hastalıkları ve beyin kanaması nedeni ile olan ölümlerin üçte biri sigaraya bağlıdır.
9. Sigaranın gebe kadına ve bebeğine zararı var mıdır?
Gebe bir kadın sigara içtiği taktirde gebeliğin düşükle veya ölü doğumla sonlanması olasılığı artmaktadır. Ayrıca bebek canlı olarak doğduğunda da doğum ağırlığı normalden daha az olmaktadır. Sigara içen annelerin bebeklerinde doğumdan hemen sonraki dönemde meydana gelen ölümlerde daha fazla olmaktadır.
10. Doğum kontrol hapları ile sigaranın etkileşimi olur mu?
Doğum kontrol hapları bazı kalp hastalıklarının riskini arttırabilmektedir. Doğum kontrol hapı kullanan bir kadın aynı zamanda sigara da içiyorsa kalp hastalığı riski daha fazla artmaktadır.
11. Bir süredir sigara içiyor olsam, sonra bırakabilir miyim?
Sigaraya bağımlılık meydana geldikten sonra bırakmak daha zordur. Başlangıçta devamlı yapılan bir alışkanlık şeklinde olan sigara içme davranışı, bir süre sonra nikotin bağımlılığına dönüşür. Bu dönemde sigarayı bırakmak daha zor olmakla birlikte yine de bırakılabilir. Ama önemli olan, bağımlılık meydana gelmesine izin vermeden, mümkün olduğu kadar erken dönemde sigarayı bırakmaktır.
12. Sigara gerçekten bağımlılık yapar mı?
Evet, sigara da alkol ve bazı ilaçlar gibi gerçek anlamda bağımlılık yapar. Sigara tiryakilerinin kontrolsüz olarak düşünmeden sigara yakmaları, uzunca bir süre içmedikten sonra üst üste birkaç sigara içmeleri bu bağımlılığın göstergeleridir.
13. Sigarayı bırakanlarda "yoksunluk belirtileri" görülür mü?
Sigara tiryakisi olan bir kişi sigarayı bırakınca terleme, kalp hızının değişmesi, hazımsızlık, uyku bozukluğu, sinirlilik hali gibi belirtiler gösterirler. Bu belirtiler bir hafta içinde azalır, ancak tamamen kaybolması birkaç hafta alabilir.
14. İnsanlar sigaraya neden başlıyorlar?
Özellikle gençler arasında "arkadaş etkisi" sigaraya başlamanın başlıca nedenidir. Bunun dışında büyükleri taklit etmek, kendini bağımsız hissetmek, başkaldırmak, kendisini büyümüş hissetmek gibi nedenler sigaraya başlamanın önemli gerekçeleri olmaktadır.
15. Sigarayı daha çok ne tür insanlar içmektedir?
Sigara alışkanlığı ile eğitim, kültür ve ekonomik güç arasında ters bir ilişki vardır. Sigara alışkanlığı eğitimi ve gelir düzeyi az olan kişiler arasında daha fazladır.
16. Türkiye'de ne kadar insan sigara içmektedir?
Türkiye'de 15 yaşın üzerindeki kişiler arasında sigara içenlerin oranı %45 dolayındadır. Bir diğer ifade ile yaklaşık iki kişiden birisi sigara içmektedir. Bu oran erkeklerde %62, kadınlarda da %25 dolayındadır. Bu değerlere göre Türkiye'de yaklaşık 17 milyon kişinin sigara içmekte olduğu söylenebilir.
17. Bu kişiler ne kadar sigara içmektedir?
Türkiye'de 17 milyon kişinin günde ortalama bir paket sigara içtiği varsayıldığında, her gün 17 milyon paket sigara içildiği hesaplanır. Bir paket sigara fiyatının yaklaşık 1 dolar olduğu düşünüldüğünde her gün sigaraya yaklaşık 17 milyon dolar verildiği söylenebilir. Sigaraya yapılan bir aylık harcama Sağlık Bakanlığı'nın bir yıllık bütçesinden fazladır.
18. Gençler arasında sigara alışkanlığı ne durumdadır?
Türkiye'de sigaraya başlama yaşı giderek daha küçük yaşlara doğru inmektedir. Eski yıllarda çoğunlukla askerlik döneminde sigaraya başlanırken günümüzde ortalama olarak 13.5 yaşında sigaraya başlanmaktadır. Ülkemizde 13 yaşındaki erkek çocukların yarısı, 16 yaşındakilerin de %80'i sigarayı en az bir defa denemişlerdir.
19. İnsanlar neden sigara içmeye devam ediyorlar?
Sigara bağımlılık yapıcı bir madde olduğu için bir kez sigara alışkanlığı oluştuktan sonra bu alışkanlıktan vaz geçmek zor olmaktadır. Bununla birlikte sigara alışkanlığı "vazgeçilmez" bir alışkanlık değildir. Bu konuda kararlı olan pek çok tiryakinin bu alışkanlıktan kurtulabildiği bilinmektedir.
20. Sigara alışkanlığı nasıl edinilmektedir?
İlk kez sigara içenlerde genellikle, bulantı, baş dönmesi gibi belirtiler olur. Ancak bir süre sonra sigaranın insanı rahatlattığı, uyarıcı ve zevk verici olduğu da fark edilir. Bu özelliklerden dolayı bir kez sigarayı denemiş olanlar, bu denemeyi tekrarlama isteği gösterirler. Bu dönemde alışkanlık ve giderek de bağımlılık gelişir.
21. Sigarayı bırakmak mümkün müdür?
Elbette. Sigarayı bırakma konusunda kararlı olmak önemlidir. Pek çok kişi sağlık nedenlerinden dolayı sigara alışkanlığından vazgeçmek durumunda kalmaktadır. Sigaranın neden olduğu kalp hastalığı ve akciğer hastalığı gibi rahatsızlığı olan kişiler doktor tavsiyesi ile sigarayı bırakmaktadır.
22. Pasif sigara içimi ne demektir?
Kendisi sigara içmediği halde sigara içilen bir ortamda bulunduğu için sigara dumanına maruz kalma durumunda pasif sigara içiminden söz edilir. Sigara içenler nefes alarak dumanı içlerine çektiklerinde duman hava ile karıştığından, duman içinde bulunan maddeler seyreltik hale gelir. Oysa sigara kendi kendine yanarken yandan çıkan duman hava ile seyreltilmediği için, bu duman içinde bulunan maddeler daha yoğundur.
23. Pasif sigara içimi zararlı mıdır?
Evet. Araştırmalar, pasif olarak sigara dumanına maruz kalan kişilerde de kalp hastalığı ve kanser riskinin arttığını göstermektedir. O halde sigara içen bir kişi kendisine zarar verdiği gibi, aynı ortamda bulunan (evde eş ve çocukları, işyerinde iş arkadaşları vb.) diğer kişilerin sağlığını da tehlikeye sokmaktadır.
24. Pasif sigara dumanı maruziyetinin çocuklar üzerindeki etkileri nelerdir?
Sigara içilen evlerde büyüyen çocuklarda solunum sistemi hastalıkları daha fazla görülmektedir. Anne ya da babadan birisinin sigara içmesi halinde bu hastalıkların riski iki katına çıkarken anne ve babanın her ikisinin de sigara içmesi halinde çocuğun solunum sistemi hastalığı geçirme olasılığı daha da fazla olmaktadır.
25. Marihuanadan (esrar) yapılan sigaralar daha güvenli midir?
Hayır, marihuanadan yapılan sigaraların dumanında daha fazla miktarda katran bulunur. Ayrıca mariuhana içenler dumanı içlerine çok derin olarak çekerler ve uzunca bir süre içlerinde tutarlar. Bu nedenle marihuanadan yapılan sigaralar daha tehlikelidir.

Varis deyip geçmeyin!

Toplar damarların aşırı derecede genişlemesiyle oluşan ve genelde alt bacaklarda oluşan varis, sağlığınızı da tehdit ediyor.

Ondokuzmayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Atilla
Saraç, "Varis, yalnızca estetik açıdan değil, sağlık açısından da önlem almayı gerektirir" dedi.

Saraç, varisin, tedavi edilmediğinde ciddi bir sağlık sorunu olabileceğini vurguladı.

Türk toplumunda hastalığın görülme sıklığının yüzde 20 dolayında olduğunu, hastalığın yaşla orantılı artış gösterdiğini belirten Saraç, "Yaş ilerledikçe hastalığın görülme sıklığı da artmaktadır. İleri yaşlarda görülme sıklığı yüzde 50 ile 60’a kadar çıkmaktadır" dedi.

Önemli sağlık sorunu olabilir

Varisin, sadece estetik açıdan önlem almayı gerektiren bir hastalık olmadığını, tedavi edilmediği tekdirde başka sağlık sorunlarına da neden olacağını kaydeden Saraç, şunları söyledi:
"Varisler tedavi edilmediğinde ciltte ülserlere, iyileşmeyen yaralara, kan pıhtılaşmasına yol açmaktadır. Bu durumlarda tedavi oldukça zorlaşmaktadır. Bu nedenle varis yalnızca estetik açıdan değil, sağlık açısından da önlem almayı
gerektirir."

Ayakta hareketsiz kalmayı gerektiren meslekler ile hamilelik, aşırı kilo ve hormon tedavisinin varis oluşumunu kolaylaştırdığını ifade eden Saraç, varisin, kadınlarda erkeklere oranla 3-4 kat daha fazla görüldüğünü bildirdi.

Teknolojiye paralel olarak varis tedavisinde önemli gelişmeler sağlandığını da belirten Saraç, şöyle devam etti:
"Varisten korunmak için uzun süre hareketsiz oturmaktan ve ayakta kalmaktan kaçınmak gerekir. Düzenli olarak egzersiz yapılmalı ve kilo almamaya dikkat edilmelidir. Günümüzde artık varisler hasta yatırılmadan tedavi edilmektedir. Hasta 2 saat sonra yürüyerek evine gidebilmektedir. Ameliyat bile olsalar birkaç günlük istirahatin ardından işlerine dönebilirler."

Saraç, sigara ve alkol tüketiminin varis oluşumunun önemli nedenleri arasında olduğunu da sözlerine ekledi.

Sağlığa giden yol mideden geçiyor

Mide yanması 20 ile 50 yaş arasında birçok insanda görülen çok yaygın bir rahatsızlık.

Midede yanma hissi yemekten önce, yemek sırasında ya da yemekten 2–3 saat sonra hissediliyor.



Büyüklerimiz midede yanma hissi duydukları zaman hemen bir lokma ekmek içi çiğnermiş. Ekmek içinin değil ama ağıza birşey atmanın doğru bir yöntem olduğunu belirten günümüz doktorları da az ama sık yemeyi öneriyorlar. Öğünleri küçülterek sık sık yemenin şikayetleri azaltacağını söylüyorlar:

Yemeğe daha fazla zaman ayırın: Ayaküstü değil, sofrada oturarak yiyin. Acele yemek mide işlevine zarar veriyor. Kendinize daha fazla zaman ayırıp yemek yemeyi bir zorunluluk değil de bir keyif anına dönüştürün. Ağzınıza küçük lokmalar almak midenin sindirim için gerekli salgıları daha kolay üretmesine yardımcı olur. Lokmaları uzun uzun çiğneyin. Bu, midenizde şişkinlik ve ağırlık hissetmemenizi sağlar. Sofradan tıkabasa doymadan kalkın. Ölçülü miktarda yemek yiyin.
Gece yatarken sağ yana dönerek yatmayın. Besinin mideye girişi sağ taraftan gerçekleştiği için yedikleriniz yeterince hazmedilemeyip mide borusunda yanma hissi oluşabilir.

• Yemek yedikten sonra yere eğilmeniz gerekiyorsa dizlerinizi bükerek eğilin. Aksi takdirde mide işlevini gerektiği gibi yapamaz.
• Yiyecek ve içeceklerin çok sıcak ya da soğuk olması mide sıvısına zarar verebilir. Bu nedenle yiyecek ve içeceklerin ılık olmasına özen gösterin.
• Yemekten sonra uzanmayın. Unutmayın, mide sıvısı yatay pozisyonu sevmez ve yanma hissi mide borusu yoluyla ağzınıza kadar gelebilir.
• Hazmı kolay olmayan kızartmaları ve yağlı yiyecekleri sofranızdan uzaklaştırın.
• Kafeinli içecekler mide için çok zararlı. Kahve, çay ve kola gibi içecekler hassas mideyi yorar.
• Gazozlu içecekler ve asitli meyve sularını dikkatli için. Domates veya portakal suyu asitli olduğu için mide yanmasını şiddetlendirebilir.
•Et suyu ile hazırlanmış çorbalardan uzak durun. Diğer çorbaları ise çok sıcak içmeyin. Ilınmasını bekleyin.
•Çiğ soğan ve çiğ meyve de mide asidini artıran etkenlerdendir.
• Şeker yemeyi seviyorsanız naneli olanları seçmeyin.
• Mide ağrılarınıza son verecek sağlıklı ve dost besinlerle yemek yemenin keyfini çıkartabilirsiniz...

Obezite nedir?

Obezite ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.

Obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar.

Obezite, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır.

Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, bazı kanser türleri, obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır.

Obezitenin Türkiye’de ve dünyada görülme sıklığı nedir?

Obezitenin 1980’den günümüze 3 katı arttığı düşünülüyor. Özellikle bu son yirmi yıldaki artış bir salgın hastalığa benzetiliyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünyada 1 milyar fazla kilolu insan bulunuyor. Bu salgından Türkiye’de etkilenmiş durumda; kadın nüfusunun yaklaşık üçte biri, erkek nüfusunun da yaklaşık beşte biri obez. Son yapılan çalışmalarda ülkemizde obezite görülme sıklığı 30 yaş üzeri erkeklerde % 21, kadınlarda ise % 43.

Obezite nasıl ölçülür?

Obezite için en yaygın kullanılan ölçüm, Beden Kitle İndeksi ya da İngilizce adıyla “Body Mass Index” (BMI) ve bel çevresi ölçümüdür.

BMI değeri ve anlamı

BMI, vücut ağırlığının (kg), boyun karesine (m²) bölünmesi ile hesaplanır. Bu değer yaş ve cinsiyetten bağımsızdır. Bununla beraber, BMI kullanımı, çocuklarda, hamile kadınlarda ve çok adaleli kişilerde doğru sonuç vermez, bu sebeple kullanılmamalıdır.

BMI hesaplanmasında iki örnek:

Ayşe Hanım’ın ağırlığı 70 kg, boyu ise 1.60 m’dir.

Buna göre Ayşe Hanım’ın BMI değeri:

70 / (1.60)²= 70 / 1.60 x 1.60 = 70 / 2.56 = 27.34 kg / m²’dir

Hasan Bey’in ağırlığı da 90 kg, boyu ise 1.70 m’dir.

Buna göre Hasan Bey’in BMI değeri:

90 / (1.70)² = 90 / 1.70 x 1.70 = 90 / 2.89 = 31.1 kg / m²’dir.

BMI değeri

18.5 kg / m²’nin altında olanlar Zayıf

18.5-24.9 kg / m² arasında olanlar Normal kilolu

25-29.9 kg / m² arasında olanlar Fazla kilolu

30-39.9 kg / m² arasında olanlar Obez (şişman)

40 kg / m²’nin üzerinde olanlar İleri derecede obez olarak tanımlanmaktadır.

Bu sınıflamaya göre, Ayşe Hanım fazla kilolu, Hasan Bey ise obezdir.

Siz de bu formül ve tabloya göre kendi kendinizi değerlendirebilirsiniz.

Bel çevresi ölçümü ve anlamı

Vücuttaki toplam yağ miktarı önemli olmakla beraber, yağın nerede biriktiğini bilmek daha önemlidir. Karın çevresinde yağ birikimi, kalça ve vücudun diğer bölgelerinde yağ birikiminden daha fazla sağlık risklerine sebep olur. Bu risk için basit fakat doğru bir yöntem bel çevresi ölçümüdür. Bununla birlikte, bel çevresi ile ilişkili hastalık riskinin, farklı toplumlarda değişkenlik gösterdiği unutulmamalıdır.

Bel çevresi ile ilişkili metabolik hastalıklar için sağlık riski:
Artmış risk Yüksek risk

Erkek > 94 cm > 102 cm

Kadın > 80 cm > 88 cm

Erken menopoz nasıl engellenir?

YumurtalIklarIn aktivitesinin durması nedeniyle menstrüasyon ya da adet kanamasının kesilmesi hali olan menopoza girme yaşı ortalama 51 olmakla birlikte 44-59 yaşları arasında her yaşta girilebilir.

TOPLUMSAL GELİŞMELER ÖNEMLİ
Op. Dr. Şenol Kalyoncu özellikle gelişmiş toplumlarda yaşayan kadınlar, az gelişmiş toplumlarda yaşayanlara göre daha geç yaşlarda menopoza girerler' diyor.

SİGARA, MENOPOZA ERKEN BAŞLAMA SEBEBİ
Kadınların bir çoğu menopozdan ortalama 4-5 yıl önce düzensiz adet görmeye başlıyor. Bu döneme tıpta 'Premenopoz' denir. Premenopoz 2 ila 8 yıl arasında sürebilir. Sigara ve yetersiz beslenmenin menopozun erken başlamasını sağlayan faktörlerin başında geldiğini anlatan Kalyoncu ''Günlük içilen sigara miktarı ve sigara içme periyodu ne kadar fazla ise menopoz yaşı da bununla doğru orantılı olarak öne gelir. Kadınlar sigara kullanmazlarsa menopoz yaşı daha ileriye gidiyor'' diyor.
Nelere dikkat edilmeli?

* Kemik yoğunluğu için D vitamini ihtiyacı karşılanmalıdır. Bunun için güneş ışınlarından uygun şekilde ve düzenli olarak yararlanılmalıdır.
* Protein içeren et ve et ürünlerinin aşırı tüketiminden kaçınılmalıdır. Fazla protein tüketimi idrarla kalsiyum atımını artırır, kemikler için olumsuz etki oluşturur.
* Yemeklere aşırı tuz eklenmemelidir. Aşırı tuz, içerdiği yüksek orandaki sodyumdan dolayı idrarla kalsiyum atımını artırır, yine kemikler için olumsuz etki oluşturur.
* Aşırı zayıflıktan kaçınılmalıdır. Çünkü menopozdan sonra, yağ dokusunda bulunan östrojenden de faydalanılır.
* Aşırı kafein tüketilmemeli, kafein içeren çay, kahve, kola vs. tüketimi sınırlanmalıdır.

Kansere karşı yumurta

İngiliz bilim adamları, kanser ilaçlarının üretiminde gereken proteinleri içeren yumurta yumurtlayan tavuk yetiştirmeyi başardı.

BBC'nin haberine göre, İskoçya'nın başkenti Edinburgh'daki Roslin Enstitüsü araştırmacıları, tavukları genetik bakımdan değiştirdi.



Genleriyle oynanan tavukların yumurtaları, kanser ilacı üretimi için elzem olan proteinleri içeriyor.

İlk kopya koyun Dolly'nin dünyaya getirildiği enstitünün müdürü Harry Griffin, "İlaç tedavisi bugün çok pahalı bir yöntem. Bu proteinleri tavuk yumurtasından elde etmeyi başarmak, büyük miktarlarda üretime imkan vererek maliyeti de düşürecektir" dedi.

Araştırmacılara göre, şimdiye kadar genetiği değiştirilmiş 500 tavuk "üretildi". Proteinler, yumurtanın akından ayrıştırılarak elde ediliyor. Çalışma sonuçları, İngiliz Ulusal Bilim Akademisinin bu haftaki sayısında ayrıntılı olarak yayımlanacak.

Gelecek kaygısı romatizma yapıyor

İyi bir gelecek uğruna gidilen kurslar, hazırlanılan sınavlar çocuklarda romatizma görülme sıklığını artırıyor. Romatoloji servislerine başvuran çok sayıda 'sınav mağduru' bulunuyor.

Romatizma, vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kasları, kemikleri, eklemleri tutan, ağrı ve hareketlerin kısıtlanmasına yol açan, kimi zaman şekil bozukluğuna dek varabilen bir hastalık. 200'e yakın hastalığı kapsayan romatizma, yaygın inanışın aksine sadece yaşlılarda değil, çocuklar dahil her yaş grubunda görülüyor. Romatizma hastalığını ilginç kılan bir özellik de nedeninin tam olarak bilinememesi. Bazı romatizma türleri ise yaşam boyu sürüyor. Hastalığın zor tarafı özellikle neden olduğu ataklar. Romatizmanın alevlendiği dönemde oluşan ataklar kişiyi zorluyor. Üstelik atakların ortaya çıkması hastanın davranışından veya yaptığı hatalardan kaynaklanmıyor. Yapılan tedaviler hastalığı tamamen yok etmese de kişinin günlük yaşamını ağrısız ve rahat geçirmesini amaçlıyor. Masa başında çalışma alışkanlığı, bilgisayar kullanımı, beslenme ve stres de hem romatizmanın görülme sıklığını artırıyor, hem de hastalığı olanların kötüleşmesine yol açıyor. Özellikle çocuklarda artan romatizma dikkat çekici. Sınavlar, kurslar, okul üçgenindeki yaşam ve üstelik de oyun olarak da çoğunlukla bilgisayar veya play station tercih edilmesi yumuşak doku romatizmalarının sık görülmesine yol açıyor. Bu yazı dizisinde romatizma nedenlerini, türlerini ve hastaların yaşamını kolaylaştıran önerileri bulacaksınız.

Romatizmayı babaannenizin hastalığı olarak tanıyorsanız bilgilerinizi gözden geçirin. Çünkü bebeklikten yaşlılığa kadar her yaş grubunda görülüyor. Psikolojik kökenli romatizmaların çocuklarda sıklaştığını belirten Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Huri Özdoğan, "Stres, sınavlar, kurslar, hep bir şeyleri yapma, bir yerlere yetişme, başarılı olma, ayakta kalma telaşı psikolojik kökenli romatizmaların artışında etkili" diyor. Özdoğan, romatizmayla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Romatizma nedir?
Romatizma deyince, genelde hareket sistemimizde ağrı ve hareket kısıtlığı gibi yakınmalara yol açan hastalıkları anlıyoruz. Hareket sistemi derken de temel olarak eklemleri, eklemler etrafında bulunan bağları, kirişleri, 'bursa' denilen kesecikleri, kasların kemiklere yapışma yerlerini, kasları, kemik ve bağ dokusunu anlıyoruz. Bu dokuları ilgilendiren sorunlar da romatizmal hastalıklar başlığı altında toplanıyor. Günlük kullanımda ise romatizma denince insanlar genellikle boyunda, belde, sırtta, kol ve bacaklarda ortaya çıkan, yağmurun geleceğini önceden haber veren ağrıları anlatmaya çalışıyorlar.
Birden fazla romatizma mı var?
Elbette. Tanımlanmış 200 civarında romatizmal hastalık var. Bunlardan birincisi yumuşak doku romatizmaları (fibromiyalji, dirsek, omuz, diz bağlarının hastalıkları), ikincisi zaman içinde dokunun yıpranması ve zedelenmesiyle ortaya çıkanlar (örneğin ostoeartroz ya da kireçlenme), üçüncüsü iltihaplı romatizmalardır. İltihaplı romatizmaları, eklemi tutanlar (romatoid artrit, ankilozan spondilit), bağ dokusu ve damarları tutanlar (örneğin sistemik lupus eritematosus, skleroderma, Behçet hastalığı) olarak sınıflayabiliriz.
Romatizmal hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörler var mı ?
Örneğin güneş ışığının hem olumlu hem de olumsuz etkileri olabilir. Özellikle kemik gelişiminde güneşin rolünün önemi biliniyor. Bazı romatizmal hastalıklarda ise (sistemik lupus eritematosus gibi) güneş, hastalığın ortaya çıkmasını veya alevlenmesini tetikliyebiliyor. Bebeklikten itibaren doğru beslenme çok önemli. Hormonal faktörlerin de rolü var. Bazı hastalıkları, hamilelik ya da doğum da tetikleyebiliyor. Örneğin romatoid artritli bir kadın hamilelik döneminde hiç olmadığı kadar rahat edebiliyor ama doğumdan sonra hastalık 'ben buradayım' diyor.
Bazı romatizmaları, bazı bölgelerde daha sık ya da daha seyrek olarak görebiliyoruz. Ayrıca stresin hastalıkların ortaya çıkmasında ya da şiddetindeki etkisinden de söz edilebilir.
Romatizmanın görülme sıklığı nedir?
Değişik romatizmal hastalıkların sıklıkları da farklı doğal olarak. Ancak hepsini birden değerlendirirsek her 10 kişiden 3'ünde romatizmal bir sorun olduğu söylenebilir.
Modern hayat romatizmayı artırdı mı?
Hareket sistemindeki ağrı, hayat kalitemizi bozan rahatsızlıklara yol açıyor. Neredeyse 10 kişiden sekizi hareket sistemiyle ilgili olan bel, boyun, sırt, el ağrıları, uyuşma, yanma, karıncalanma gibi sorunlar yaşıyor. Psikolojik sorunlar da romatizmada etkili. Uyku kalitesi ağrıların şiddetiyle yakından ilgili. Çocuklarda psikolojik kökenli romatizmalara giderek daha sık rastlıyoruz. Hayat koşullarıyla bağlantılı olarak artıyor bu ağrılar. Stres, sınavlar, kurslar, hep bir şeyleri yapma, bir yerlere yetişme telaşı, başarılı olma, ayakta kalma telaşı bunda etkili.
Romatizma kadınlarda dahı mı fazla?
Kadınlarda daha fazla ancak fibromiyalji denen romatizmanın erkeklerde tedavisi daha güç. Çünkü kadınlar yardım istemeye daha yatkın. Erkekler, kabullenmekte, doktora gelmekte zorlanıyor. İltihaplı romatizma, çoğunlukla kadınlarda görülüyor. Ankilozan spondilit adlı romatizma türü ise erkeklerde daha fazla. Behçet hastalığı erkeklerde daha ağır seyrediyor. Gut erkeklerde daha sık, ancak kadınlarda menopozdan sonra daha fazla görülüyor. Çünkü menopoz döneminde hormonal değişimler oluyor. Bazı romatizmalar hamilelik sırasında ve sonrasında ortaya çıkabiliyor.
Romatizma kaç yaşında görülebilir?
Genetik faktöre bağlı olanlar çocuklukta, bazı organlarımızı daha fazla kullanmaya bağlı olanlar ise ileri yaşlarda ortaya çıkıyor.

Çok fazla ev işi yapmak da riskli
Romatizmanın nedeni nedir?
Tek bir nedeni yok. Nedenini bildiklerimizin yanında bir çoğunun da nedenini bilmiyoruz. Bildiklerimizin arasında genetik altyapı çok önemli. Mekanik nedenlerin, özellikle bazı yumuşak doku romatizmalarına yol açtığını biliyoruz. Düşme-çarpma dışında benzer bir hareketi uzun süre ve sık olarak yapmak da eklem ve çevresi dokuları zedeleyerek ağrıya yol açabilir. Örneğin sürekli bilgisayar kullanmak elde, elbileğinde, kol ve omuzda ağrı yapabiliyor. Bazı ev işleri, örneğin çokça halı, cam, yer silmek, halı silkmek gibi özellikle hanımlarımızın sıkça yaptığı işler de dirsek, omuz, boyun diz ağrılarına ve lokal romatizmal problemlere yol açabiliyor. Mikroplara bağlı romatizmalar da var. Metabolik bazı durumlar da eklemlerde iltihap ve dolayısıyla ağrıya neden oluyor. Ürik asit metabolizmasındaki bazı bozukluklardan kaynaklanan gut hastalığı buna örnek. Doğumsal eklem ve büyüme plağı sorunları da zamanla ciddi ağrı ve hareket bozukluğuna yol açabilir. Bu başlık altındaki hastalıkların önemli kısmının nedenini hala kesin olarak bilmiyoruz. Bağışıklık sistemi normalde bize ait olan yapılar ile olmayanı ayırt etmek üzere programlanmıştır ve bu sistem bizi düşmanlara karşı korur. Nedenini bilmediğimiz bazı durumlarda iç düşmanlarımızla mücadelede sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu iç düşman bazen tiroid bezinde olabiliyor, pankreasda olursa diabete yol açabiliyor, bazen de eklem ve bağdokusuna savaş açıp romatoid artrit gibi romatizmal hastalıklara neden oluyor. Yani dost da düşman da aynı bedende bulunabiliyor. Romatizmal hastalıklarda zannedildiği gibi genel bir bağışıklık eksikliği söz konusu değil. Hastalar, yanlış bir inanışla bağışıklık eksikliği olduğunu düşünüp panikliyor ve piyasada da bolca bulunan bir çok üründen medet umuyor
Genetiğin rolünü biraz daha açıklayabilir misiniz?
Bazı romatizmal hastalıklarda genetik altyapı çok önemli. Çoğunlukla bir bireyinde iltihaplı romatizma olan ailelerin başka bir bireyinde de benzeri bir hastalık görülme riski artıyor. Birebir anne ya da babadan geçenler ise nadir. Belirlenmiş bir genetik bozukluğa bağlı olan Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF) gibi hastalıklar var.

Aman vitaminsiz kalmayın,vitamin saglıga etkisi,vitaminler,vitamin eksikliği

Aman vitaminsiz kalmayın!

VİTAMİN eksikliği vücutta farklı sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu nedenle vitaminlerin dengeli bir şekilde alınması çok önemli.

İşte vitamin kaynakları...



A vitamini; Hayvansal kaynaklı besinler ve kayısı, havuç, şeftali, kırmızı biber, domates, brokoli, ıspanak,
D vitamini; Güneş ışınları, balık yağı ve tereyağı,
E vitamini: Yağlı tohumlar, soya fasulyesi ve kuru baklagiller
K vitamini; Koyu yeşil yapraklı sebzeler, taze meyveler, buğday ve peynir,
C vitamini: Turunçgiller, çilek, yeşil biber, domates, brokoli ve kuşburnu,
B1 vitamini: Kahverengi pirinç, bulgur, karaciğer, et, balık, süt ve kuru baklagiller,
B2 vitamini; Peynir, yumurta sarısı, balık, yoğurt, taze yeşil yapraklı sebzeler...

24 Saat vücudumuzda neler oluyor ?

İnsanoğlu 24 saatte 24 kez değişir. Hem ruh hali hem de vücut ısısı, tansiyon, kalp atımı, hormonlar sürekli değişim halindedir. Biologlar, doktorlar ve farmakologlar bu olağanüstü duruma kronobiyoloji adını veriyorlar.

İşte 24 satte vücudumuzda olanlar:

06.00
Kortizon salgılamasıyla organızma uyanır. Bu uyanma vücut için kendini yavaş yavaş kalkmaya hazırlama işaretidir. Metabolizma hareketlenir ve o günün işleri için enerji ve protein hizmete hazır olur.

07.00
Vücut hala zayıf bir safhadadır. Bu nedenle bu saatte spor yapmaktan kaçının. Çünkü kalbe ve dolaşıma gereksiz yüklenmiş olursunuz. Spor yerine güzel bir kahvaltı edin, çünkü sindirim organları bu saatte iyi çalışır. Karbonhidratlar bizim için yararlı olacak enerjiye çevrilir. (Geceleri ise yağlar)

08.00
Bu saat cinsel yaşamınız için en iyi zamandır. (Geceleri değil). Çünkü bezler fazla miktarda hormon salgılarlar. Romatizması olanlar uzuvlarındaki ağrıyı günboyu daha kuvvetli hissederler. Sigara tiryakileri için de durum farklı değildir. Kahvaltı sigarası damarları her zamankinden daha fazla daraltır.

09.00
Vücudun dinç, kuvvetli olduğu saattir. Herhangi bir hastalık için iğne olacaksanız bu en doğru zamandır. İğnenin ateş ve şişme gibi yan etkileri ender olarak görülür, vücudumuz röntgen ışınlarına karşı daha dirençlidir.

10.00
Organizma şimdi faaliyete, harekete hazır durumdadır. Fazla enerjiktir, vücut en fazla ısısına ulaşmıştır, verimliliğimiz en üst düzeydedir. Kısa sure belleği iyi durumdadır. İnsan yaratıcı ve dinamik olur. Fakat dikkat edilecek nokta şudur; saat 10.00 ile 12.00 arası enfarktus olaylarına sık rastlanır.

11.00
Vücudumuzun tam formunda olduğu bir saattir. Kalp ve dolaşım o kadar zinde durumdadır ki yapılan muayenelerde kalpteki bir bozukluk gözden kaçabilir. Verimli olmaya programlanmışızdır. Hazır cevaplık ve özellikle hesap işleri, matematik ödevleri rahat ve iyi bir şekilde, zorlanmadan yapılabilir.

12.00
Vücudun dinlenmeye ihtiyaci vardır. Dikkat azalır ve insani uyku basar. Midedeki asit miktari fazlalaşır. (Hatta birşey yemesek bile) Beyindeki kan akımı azalır. Çünkü kan sindirim organlarını desteklemesi için mide tarafindan kullanılır. Öğle uykusu uyuyabilen kişilerde istatistiklere göre enfarktuse yüzde 30 oranında az rastlanır.

13.00
Vücut formdan bir hayli düşmüştür. Verimlilik gün ortalamasının yüzde 20 aşağısındadır. Bütün organlar en alt düzeyde çalışır, sadece safra öğle yemeğini hazmettirmek için faaliyettedir.

14.00
Kendimizi bitkin hissederiz. Çünkü tansiyon ve hormon düzeyi düşmüştür. Diş doktorundan korkan kişi doktora bu saatte randevu almalıdır. Çünkü bu saatte acıyı daha az hissederiz. Lokal anestezi uzun süre devam eder (30 dk.). Sabahları bu süre 12 dk., aksamları ise 19 dk.'dir.

15.00
Yeni işlere hazır olun. Enerjimiz geri gelmiştir, ellegimiz tam formundadir. İkinci kez verimliliğe yaklaşırız ama bu verimlilik sabahkinden azdır.

16.00
Spor faaliyetleri için en iyi saattir. Tansiyon ve dolaşım çok iyi durumdadır. Antremanlar için de en iyi zamandır. Asit önleyici ilaçların etkisi bu saatte çok iyidir.


17.00
Organların faaliyeti üst düzeydedir.Kuvvetimiz artar, oksijenin harcanması fazlalaşır. Böbrekler ve mesane özellikle çok calışır. Tırnakların ve saçın en çabuk uzadığı zamandır. Fakat mide ülseri olan hastalar için durum kritiktir. Öğleden sonra geç saatlerde ve akşamın ilk saatlerinde midedeki asit miktarı fazlalaşır. Saat 17.00'ye doğru mide kanamasından dolayı hastaneye gelenlerin sayısı artar.

18.00
Akşam yemeği için iyi bir saattir .Pankreas bu saatte özellikle aktiftir. Karaciğer bile alkole karşı her zamankinden daha hoşgörülü ve dayanıklı sayılabilir.

19.00
Kanbasıncı ve nabız genellikle bu saatte tembelleşir. Bu nedenle kan basıncı düşüren ilaçlar konusunda dikkatli olmalısınız, bu ilaçlar tehlikeli olabilirler. Sinir sistemi üzerinde etkili olan ilaçlarin tesiri de bu saatte fazladır.

20.00
Karaciğerdeki yağ düzeyi düşer ve kirli kan kalbe her zamankinden daha fazla akar. Allerjisi olanlar ve astımlilar ilaclarini bu saatte almalidirlar. Etkisi hemen görülür. Antibiyotiklerde az dozda alınsa bile etkileri en üst düzeyde olur.

21.00
Sindirim organlarının günlük görevi sona ermiştir. Davetleri sevenler dikkatli olmalıdırlar. Gelen herşey midede sabaha kadar hazmedilmeden kalır ve bu durum tehlikelidir. Kalan yemekler barsak sahasındaki mukozaya hücum ederler. O yuzden bu saatte özellikle kilolu olanlar yemek konusunda dikkatli davranmalıdırlar.

22.00
Bu saatte vücudumuzun polisi akyuvarlar özellikle aktiftirler. Dozu azaltılması gereken ilaçlar için bu çok elverişli bir saattir. Bu ilaçlar yanlış zamanda alındığı takdirde enfeksiyon tehlikesi fazlalaşır. Sigara içenler de son sigaralarını içmelidirler çünkü bu saatten sonra vücut nikotin gibi zehirleri daha zor atar.

23.00
Organizma gün boyunca aktif birşekilde faaliyet gösteren stress hormonunun salgılamasını durdurur. Bu saatte sakinleşiriz, rahatlarız, gevşeriz. Tam dinlenme saatidir. Metabolizmanın faaliyeti en alt düzeydedir. Tansiyon, kalbin atımı ve vücut ısısı düser. Gebelerde doğum sancıları çoğunlukla bu saatte olur. Çünkü sancıya neden olan gebelik hormonlarının salgılanması üst düzeydedir.

24.00
Uyuduğumuz sırada deri hücreleri durmadan çalışır, gündüz olduğundan daha sık bölünürler. İlk rüya safhası başlar, yarım saat içinde rüya görmeye başlarız.

01.00
Verimliliğimiz en alt düzeydedir. Bu saatte hala çalışanlar hata yaparlar, dikkat son derece azalır. Çünkü vücut kendini uyumaya programlamıştır, kısa zamanda en derin uykuya dalınır.

02.00
Araba kullananlar bu saatte çok dikkatli olmalıdırlar. Çünkü görme zayıflar, tepkiler yavaşlar. Bu nedenle trafik kazaları bu saatte daha fazla olur. Vücut soğuğa çok hassastır, çabuk üşür. Fakat derimiz acıya karşı fazla hassas değildir.

03.00
Bedensel ve ruhsal olarak karanlık bir safhadır. Melatonin hormonunun salgılanması tembel ve kararsız yapar. İntihar edenlerin sayısı fazlalaşır.

04.00
Stres hormonundan enerji kazanırız. Enfarktus krizleri saat 04.00 ile 06.00 arasında özellikle fazladır. Çünkü kan basıncı oldukca yükselir, damarlar gerilir. Gebe kadınlar için de doğum yapma olasılığının en yüksek olduğu zamandır.

05.00
Bu saatte vücuttaki erkeklik hormonu salgılanması artar. Stress hormonun konsantrasyonu bizi faaliyete geçirmiştir. Bu hormon gündüz değerinin tam altı katına çıkar. Vücudumuz harekete geçer kaybolan enerji yeniden geri gelir. Artık yeni bir güne başlamak için hazırızdır.

Kansızlık çekenlere: Kırlangıçotu

Kırlangıçotu, temre otu olarak da bilinir. 30-80cm yüksekliğindeki bitki, mayıstan sonbahar ortalarına kadar çiçeklenir.

Yapraklarının uçları dişlidir ve meşe yapraklarını andırır. Gövdesinden ve saplarından portakal sarısı, koyu bir sıvı çıkar. Genellikle ormanların güney kıyılarında, duvarların ve çitlerin dibinde ve moloz yığınlarının üstünde yetişir. Bitki, kan temizleyici ve kan yaptırıcı etkiye sahiptir. Isırgan otu ve civanperçemi eşliğinde, lösemide kullanılabilir. (100' er gr ısırganotu, civanperçemi ve Kırlangıç otu karıştırılır ve ince kıyılmış karışımdan 1 tatlı kaşığı dolusu bitki ortaboy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır (Kaynatılmaz). 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Öğün aralarında yavaş yavaş yudumlanarak günde 3 bardak içilir.) Akciğer hastalıklarında, İyice yıkanmış taze bitki mikserde sıkılarak özsuyu elde edilir ve iki misli ılık suyla karıştırılarak, gün boyunca yudumlanarak içilir. Kan ve karaciğer temizleyici özelliğinin yanı sıra, metabolizma üzerinde de çok olumlu etkilere sahiptir. Safrakesesi, böbrek ve karaciğer hastalıklarında başarıyla kullanılabilir. Şaraba yatırıldığında sarılığı çok çabuk iyileştirebilir. Doğrudan göze sürülmediği halde, bu etkili maddeyi göz hemen emer. Bu kullanma biçimi, katarakt, görme zayıflığı ve yorgun düşen sağlıklı gözler için de geçerlidir.

Uyurken sağa dönün. ,uyurken yapılması gerekenler,uyku,uykusuzluk

Uyurken sağa dönün.

Bir tarafa yatarak uyuma durumunda, yatılan yöne bağlı olarak burun deliklerimizin birisinin tıkanırken, diğerinin açıldığı ve solunumun açık olan burun deliğinden yapıldığı araştırmalarla belirlenmiştir.

Ayrıca nefes alınan burun deliği ile beynin yarımküreleri ve sempatik-parasempatik sinir sistemleri arasında da bir münasebet olduğu, çalışmalarla gösterilmiştir.

Sağ tarafa yatılması durumunda, sağ burun deliği tıkanmakta, sol burun deliği açılmaktadır.
Sol burundan yapılan nefes alma ile sağ beyin yarımküresinin aktivitesi artar.
Sağ beyin yarımküresinin uyarılmasi, parasempatik sinir sistemimizin faaliyetlerini artırmasına, kalb hizimizin yavaşlamasına, tansiyonumuzun düşmesine ve mide-bağırsak faaliyetlerimizin yavaşlamasına vesile olur.
Dolayısıyla kalbimiz daha az yorulur, uykuya dalmamız daha kolaylaşır, bu da istirahatimizin daha iyi olmasına imkân sağlar.

Diğer yandan sol tarafa yatılırsa ne olur?
Sol burun deliğinin tıkanması ile birlikte sağ burun deliğinden nefes alınması, sempatik sinir sisteminin faaliyetlerinde artışa yol açar;
bu durumda kişi heyecanlanmış gibi olur ve kalb atışlarındaki hızlanma ile kalb daha da yorulur.
Bu yüzden uykuya dalma zorlaşır.
Çünkü kalb atım hızının, tansiyonun, heyecan ve dikkatin artması uykuya engel olabilir.
Sol tarafımız üzerine uyumada ise vücudumuz daha çok yıpranacaktır.

Sırtüstü veya yüzüstü yatınca durum ne olacaktır?
Yüzüstü yatmak zaten uzun süre mümkün olmadığı gibi, kalb, akciğerler ve mide bu durumda baskı altında olduğu için, ciğerlerimiz ve midemiz sıkışıp rahatsızlık verebilir.
Sırtüstü yatıldığında ise bu rahatsızlıklar olmayabilir.
Ancak uykuya dalmada gecikme olabilir.
Bu durum da vücudun tam dinlendirici bir uykuya geçmesine ve dinlenmesine engel olabilir.
Çünkü bu durumda gündüz olduğu gibi iki burun açık olacak ve parasempatik sistem uyarılamayacaktır.
Ayrıca sırtüstü yatılması durumunda mide ve bağırsakların fonksiyonlarını gerçeklestirmesi biraz daha zorlaşacaktır.

En faydalı ve belki de en az zarar görebileceğimiz yatış pozisyonun;
“sağ yana yatarak ve ayakları vücuda doğru çekerek uyuma” şeklinde olduğu, yapılan araştırmalarla ancak bugün doğrulanabilmektedir.
Bu yatış seklinde hem mide ve bağırsaklar korunmakta,
hem de sindirimin daha kolayca tamamlanması mümkün kılınmaktadır.

Bitkiçayları Ve Faydaları

Anadolu'da çay olarak kullanıldığını tespit edilen 50-60 kadar bitki bulunuyor. İşte onlaradan birkaçı, ve faydaları...
Eskiden büyük şehirlerde, çay denilince, sadece çay bitkisinin (Thea sinensis) fermente olmuş yapraklarından hazırlanan koyu renkli, buruk veya acı lezzetli sıvı akla gelirdi. Artık başka bitkilerden hazırlanan genellikle süzme torbalar içindeki çaylar da kullanılıyor ve bunlara "bitkisel çay" deniyor.
Bu, son 10-15 yıldır ülkemizi de içine alan "Doğaya Dönüş, Yeşil Akım, Sağlıklı Yaşam" gibi kavramların yaygınlaşması sonucu ortaya çıktı. Büyük şehirlerde sadece "kara çay" içilirken Anadolu'da köylerde, kasabalarda ve küçük şehirlerde değişik yabani bitkiler çay olarak içiliyordu ve hala içiliyor. Köylüler çevrelerinde yetişen pek çok yabani bitkiyi çay olarak kullanıyor ve onlara dağ çayı, yayla çayı, adaçayı gibi değişik isimler veriyorlar.

Adaçayı: Güneybatı Anadolu'da ve özellikle Muğla çevresinde "adaçayı" (Salvia triloba) bitkisinin yapraklı dalları çay hazırlamada kullanılıyor. Bitkiye ve hazırlanan çaya adaçayı adı veriliyor.

Adaçayı, Batı ve Güney Anadolu'daki kahvelerde bildiğimiz çayın yanında yaygın bir şekilde satılıyor. Müşteriye iki şekilde servis yapılıyor: Birinde çay gibi demlenip müşteriye böylece veriliyor. Ancak tadı biraz acı oluyor. Diğerinde ise, küçük bir dal çay bardağına konup üzerine kaynar su ilave ediliyor ve bu şekilde servis yapılıyor. Yerel halk buna "dallı" adını veriyor. Müşteri istediği renk ve koku ortaya çıkınca dalı çıkarıyor. İkinci şekilde hazırlanan adaçayının kokusu daha hafif ve içimi daha hoş oluyor.

Yaprakları yüzde üç civarında uçucu yağın yanında flavonoitler ve triterpenik yapıda maddeler taşıyor. Koku, taşıdığı uçucu yağda bulunan sineol adlı maddeden ileri geliyor.

Soğuk algınlığında terletici, idrar artırıcı olarak da içilebiliyor. Yaprakları veya süzen torbayı hafif sarı renk ve koku saldığında çıkarmakta yarar var. Çünkü, fazla tutulursa acı maddeler de suya geçiyor ve içimi zorlaşıyor .

Adaçayını dal halinde aktarlarda, süzen torbalarda büyük alışveriş merkezlerinde bulmak mümkün.

Dağ (yayla) çayı: Anadolu'da çay olarak en çok kullanılan bitki gruplarından biri de Sideritis türleri. Bu bitkiler Balıkesir çevresinden Kahramanmaraş'a kadar bütün kıyı şeridinde, İç Batı Anadolu eşiğinde, değişik mahalli isimler verilerek, çay olarak kullanılıyor. Sideritis türleri, ülkemizde yaygın olarak genellikle orman altında veya orman açıklıklarında yetişiyor.

Bu türlerden S. congesta, yetiştiği yörede kullanıldığı gibi, Ankara ve İstanbul'da da aktarlarda satılıyor. Genellikle dağ çayı, yayla çayı olarak isimlendirilen bu bitkiden, çay şu şekilde hazırlanıyor: Bir bardak su içine çiçekli küçük bir dal parçası konup bir süre bekleniyor, bardaktaki suyun rengi sarımsı olunca, dal parçası çıkarılıp içiliyor. Bu çay, tadı ve içimiyle son derece hafif olma özelliği taşıyor. Anadolu'da çok sayıda Sideritis türü çay hazırlamak amacı ile kullanılıyor.

Sideritis türlerinde yapılan kimyasal çalışmalarda, diterpenoitler, flavonoitler ve az miktarda da uçucu yağ, iridoitler, triterpenik asitler bulunmuş. Bu bitki çayı, soğuk algınlığında ve idrar artırıcı olarak kullanılıyor.

Kekik: Anadolu'da yetişen kekiklerin bir kısmı halk tarafından taze veya kurutulmuş halde çay olarak içiliyor. Halk değişik cinslere (Thymus, Origanum, Thymbra, Corydothymus, Satureja) ait çok sayıda bitkiye kekik adı veriyor. Bu bitkilerin en önemli ortak özelliği, kuvvetli veya hafif, karakteristik kekik kokusuna sahip olmaları. Kekik, kokusunu, taşıdığı uçucu yağda bulunan karvakrol ve timol adlı maddelerden alıyor. İşte bunlar arasında en çok kullanılanları:

Zahter: Thymbra spicata' nın kurutulmuş yaprak ve çiçekleri, Güneydoğu Anadolu'da "zater-zahter" adı verilerek çay halinde evlerde ve kahvelerde içiliyor ve özellikle Urfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş çevresinde çay olarak içildiği gibi baharat olarak da yaygın bir şekilde kullanılıyor.

Zahter yüzde 1-2 arasında uçucu yağ taşıyor. Bu uçucu yağın mühim bir kısmı karvakrol adı verilen bir madde. Bu madde suda da çözündüğü için, hazırlanan çayda da bulunuyor. Mide ağrılarında, soğuk algınlığında, öksürükte kullanılması tavsiye ediliyor.

Taş, aş ve limon kekiği: Anadolu'da Origanum vulgare'nin değişik alt türleri bulunuyor. Bu bitkiler yetiştikleri bölgelerde çay olarak içilmelerinin yanında değişik rahatsızlıklara karşı halk ilacı olarak da kullanılıyor. Bunlardan birinin toprak üstü kısımları Isparta civarında Toros dağlarındaki köylerde çay olarak içiliyor. Bitkiye de yetiştiği toprak çeşidine ve kullanılışına bağlı olarak "taş kekiği" veya " aş kekiği " adı veriliyor. Bir başka alt tür ise "güve otu" veya "güvey otu" adı ile çay gibi içiliyor.

Anadolu'da köylüler genellikle çevrelerinde yetişen Thymus türlerini toplayarak çay olarak içiyorlar. Thymus türleri çoğunlukla karvakrol bulunan bir uçucu yağ taşıdığı için kuvvetli kekik kokusuna sahip.

Orta ve Güney Anadolu'da yetişen Thymus spyleus ise, taşıdığı limon kokulu uçucu yağdan dolayı diğer kekiklere benzemiyor ve "limon kekiği" adıyla Beyşehir civarındaki köylerde çay olarak içiliyor.



Halk ilacı çaylar: Anadolu'da çok sayıda Thymus ve Origanum türü yetişiyor. Thymus türlerinin önemli bir kısmı halk ilacı olarak kullanılıyor. Origanum türlerinden ise, halk ilacı ve çay olarak kullanılanları da bulunuyor.

Alanya'nın Deretürbenas Yaylası'nda, Origanum saccatum'un toprak üstü kısımları taze iken toplanıp çay olarak içiliyor. Bu bitkide de karvakrol taşıyan bir uçucu yağ bulunuyor. Origanum saccatum'a dış görünüş olarak çok benzeyen, O. spyleum da Orta Anadolu'da, kurutulduktan sonra çay olarak içiliyor. Her ikisinden de içimi çok hoş çaylar yapılıyor.

Yabani nane: Batı Anadolu'da bazı yabani nane (Mentha) türleri de çay gibi içiliyor. Bunlardan en ünlüsü, Mentha pulegium. Bu bitkiye Batı Anadolu'da "filisgin-filiskin" adı veriliyor ve sulak yerlerde bol miktarda yetişiyor. Bitki az miktarda (yüzde 0.1-0.2) uçucu yağ taşıyor. Bu uçucu yağda yüksek oranda pulegon bulunuyor. Bu maddenin kokusu, tıbbi nanede bulunan mentolden daha hafif olduğu için filisginden hazırlanan çayların da kokuları daha hafif ve içimi kolay oluyor.

Nane ruhu: Kokusu naneye benzeyen bir başka bitki de Ziziphora tauric. Bu bitki "nane ruhu" diye isimlendiriliyor ve Isparta, Denizli, Aydın civarında çay olarak içiliyor. Bu bitkinin uçucu yağı da pulegon bakımından zengin ve içimi hoş.

Güney Anadolu'da Stachys lavandulifolia bitkisinin toprak üstü kısımları "tüylü çay" adı altında kullanılıyor. Hafif kokusu, taşıdığı uçucu yağdan ileri geliyor.

Anadolu'da çay olarak kullanıldığını tespit ettiğimiz 50-60 kadar bitki bulunuyor. Bu yazıda, bunlardan sadece bir kaçını sizlere tanıtmak ve dikkatinizi çekmek istedik.

Anadolu'da yaptığınız gezilerde pazarlarda satılan otlara daha dikkatli bakmanız ve yerel ürünler satan dükkanlara uğramanız bunlardan birkaçını bulmanıza yeter. Bu keşifleriniz, yeni bir damak zevkiyle birlikte misafirlerinizi değişik bir lezzetle tanıştırma keyfini de tattırır.

MP3 çalarlar sağır mı ediyor?

ABD'de yapılan bir araştırma, özellikle dijital müzikçalar kullanan gençlerin yarısından fazlasının işitme sorunuyla karşı karşıya olduğunu ortaya koydu. Araştırmayı yapan, işitme sorunları konusunda uzman ASHA kuruluşunun düzenlediği basın toplantısına katılan siyasetçiler de soruna dikkat çekti. Araştırmaya göre, Amerikalı gençlerin yarısından fazlası işitme zorluğu çektiği için dijital müzikçalarları kullanırken sesi daha fazla açıyor ve konuşma sırasında karşısındakini anlayamadığı için söylediklerini tekrarlatıyor.
Araştırmada, özellikle gençlerin çok fazla kullandığı iPod gibi dijital müzikçalarların işitme kaybına yol açma riski üzerinde duruldu.
Uzmanlara göre, bu tür cihazları kullananlar için hem ses, hem müzik dinleme süresi sorun yaratıyor. Gençlerin müziği yüksek sesle dinlemeyi tercih ettikleri, yetişkinlerin ise daha kısık sesle, ama daha uzun süre müzik dinledikleri belirtiliyor.
Ara vermeden saatlerce müzik dinlenmesini sağlayan yeni cihazların piyasaya sürülmesi de uzmanlara göre işitme kaybı riskini artırıyor. Northwestern Üniversitesi tıp uzmanlarından Dean Garstecki, müzik dinlenirken sesin cihazın ses sınırının en fazla yüzde 60'ı kadar açılmasını ve bu şekilde günde en fazla bir saat müzik dinlenmesini tavsiye ediyor.

ABD'de iPod MP3 çaların üreticisi Apple firmasına, cihazın işitme kaybına yol açabileceği gerekçesiyle dava açılmıştı

uykusuzluğa karşı yapabileceklerimiz nelerdir

Kötü bir gece uykusu kişiyi yorduğu gibi verimliliğini de azaltır. Mayo Clinic uzmanları, uyku zorluğu çekenler ve yeterli uyuyamadıklarından yakınanlar için uykusuzlukla başetmenin yollarını sıraladılar:
Öğleden sonra veya akşamüstü şekerlemelerinden kaçının.

Her gün aynı saatte yatağa girmeyi alışkanlık haline getirin.

Yatmadan önce zorlayıcı egzersizler yapmayın.

Gereksiz endişeleri bir kenara bırakın. Yatağa iş götürmeyin.

Yatmadan bir iki saat önce ılık bir duş alın ve ılık bir bardak süt için.

Geç saatlerde yemek yemekten veya alkol almaktan kaçının.

Kafein içeren içecekler ve ilaçlardan uzak durun.

Uyku öncesi sigara içmeyin.

Uyuduğunuz ortamın karanlık, sessiz ve ideal serinlikte olmasına dikkat edin.

Uyuyamıyorsanız, kalkın ve kendinizi iyice yorgun hissedene kadar gezinin.

Uykusuzluk probleminizin bir ya da iki hafta devam etmesi halinde mutlaka bir doktora başvurun.

UYKUSUZLUĞA YOL AÇAN FAKTÖRLER

Uykusuzluğa neden olan faktörleri şöyle sıralayabiliriz:

İş, okul, sağlık veya aile ile ilgili endişelere bağlı stres,

Depresyon,

Kafein ve nikotin gibi uyarıcılar,

Bitkisel takviyeler, reçeteli veya reçetesiz ilaçlar,

Alkol,

Çevresel değişiklikler,

Uyku ilaçlarının uzun süreli kullanımı,

Sinir ve kas hastalıkları gibi kronik tıbbi durumlar,

Uyumak için aşırı çaba gösterme.

Anne sütü, obeziteyi önlüyor

Önemli olanın bebeğin dengeli beslenmesi olduğunu söyleyen Uzman Dr. Faruk Demir, Anne sütünün bebeklerde obeziteyi engellediğini söyledi.

Anne sütünün bebeklerde obeziteyi engellediği bildirildi. Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesinde görevli Uzman Dr. Faruk Demir, yaptığı açıklamada, obezite hastalığının alınan enerjinin tüketilen enerjiden fazla olması nedeniyle ortaya çıktığını, fazla enerji alımı nedeniyle yağların aşırı depolanması sonucu kilo alımının yüksek olduğunu söyledi.

Çocuklarda obezitenin yaklaşık yüzde 15 ile 30 arasında görülme sıklığının yaşandığına işaret eden Demir, obez çocukların en büyük özelliğinin genellikle ailelerinin de obez olması olduğuna dikkati çekti.

Obez ailelerde harcanan enerjinin az olduğunu, bebek ve çocuklarda da daha çok aşırı beslenmeye bağlı olarak obezite hastalığının görüldüğün değinen Demir, ''Anne sütünün obeziteyi engelleyici etkisi vardır. Anne sütü bebeğin doymasını sağlar. Bu da bebeğin aşırı kilo almasını önler. Anne sütü olan bebekler emzirmenin sonunda doyar. Emzirmede son süt vardır. Bu süt de bebeğin doymasını sağlar'' dedi.

Demir, yemek yedirmenin anne ile bebek ya da çocuk arasında bir savaşa dönüşmemesi gerektiğini, ailelerin genellikle bebeklerinin kilolu, toparlak olmasını istediğini belirterek, annelerin bebeğin her davranışını açlık olarak algıladığını, bebeğin ağlamasını, uyumamasını, huzursuz olmasını aç olması yorumladıklarını, bu nedenle sürekli bebeğin ağzına yemek tıkadıklarını ifade etti. Bebeğin her olumsuz davranışı karşısında yemek yedirilmesinin obezitenin oluşmasına neden olabileceğini dile getiren Dr. Demir, şöyle konuştu:

''Önemli olan bebeğin dengeli beslenmesidir. Her öğünde fazla abartılmadan yemek verilmesi ve alınan enerjinin harcanması lazım. Böyle olunca bebekte düzenli kilo alımı olur. Ayrıca, bebeklerin düzenli sağlık kontrollerin yapılması gerekiyor. Aşırı kilo alımı varsa, sağlık personeli ve diyetisyenlerden bilgi almak lazım. Obezite hastalığında erken önlem almak gerekiyor. Çünkü bebeklik ve çocukluk çağından başlayan obezite ergenlik ve yaşamın diğer dönemlerinde de devam edebiliyor. Obezite hastalığı kalp damar sertliğine, akciğer kapasitesinin azalmasına, horlamaya, eklem hastalıklarına davetiye çıkarır. Ayrıca, obezite hastalığı çocuğun psikolojisini bozar. Obezitenin önüne geçmek için dengeli ve sağlıklı beslenmek gerekiyor.''

Dr. Demir, çocuklarda obezite tedavisinin diyet, davranış değişikliği ve egzersiz olduğunu kaydetti.

Kanser avcısı isot

Acı kırmızı biberin insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri, özellikle kanserli hücreleri yok eden özelliği, İngiltere’de yapılan araştırmayla bir kez daha doğrulandı.

Nottingham Üniversitesi’nce yapılan araştırmada, acı kırmızı biberdeki “kapsaisin” maddesinin, hücrelerin enerji üreten ısı odası mitokondriye saldırarak, kanser hücrelerinin ölümünü tetiklediği belirlendi. Araştırmaya göre, kapsaisindeki molekül ailesi vaniloidler, kanser hücrelerindeki protein gelişimine engel olarak “apostosis”i, yani hücre ölümünü tetikliyor. Vaniloidler, bunu yaparken, etraftaki sağlıklı hücrelere zarar vermiyorlar. Kapsaisini akciğer ve pankreas kanser hücrelerinde deneyen bilim adamları, bu etken maddenin tümörlü hücrenin tam kalbine saldırdığını belirtti. Araştırmaya başkanlık eden Timothy Bates, kanserli hücredeki mitokondrinin biyokimyasal yapısının normal hücrelerdekinden çok farklı olduğunu kaydetti.

FAYDASI ÇOK
Bates, kapsaisinin kanser hücrelerini hedef alarak bunları ölüme sürüklediğini, ancak normal hücrede bu sonuca yol açmadığını belirterek, “Bu, kanserli hücreleri doğuştan diğerlerinden ayıran ve savunmasız olduğunu gösteren bir durum” dedi. Daha önce diabete iyi geldiği açıklanan kırmızı biberde bulunan kapsaisinin, başta kanser olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu hekimlerce dile getirilmişti.

En çok Güneydoğu’da yetiştirilip tüketiliyor
* Türkiye’de isot (ısı otu), bilim çevrelerinde ise “capsicum anitum” adıyla bilinen kırmızı acı biber yaygın olarak tüketiliyor.

* Anavatanının Meksika olduğu sanılan ve Azteklerin yazılı belgelerinde söz ettikleri kırmızı acı biber, Avrupa’ya 15. yüzyılın sonlarında geldi, 16. yüzyılda kıta ülkelerine ve Osmanlı topraklarına yayıldı.

* Kırmızı biberi en çok tüketen ülkelerden olan Hindistan’a ise bu bitki 17. yüzyılda Portekizliler tarafından ulaştırıldı.

* Hint ve Meksika mutfağında çok sık kullanılan kırmızı acı biber, Türkiye’de en fazla Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yetiştirilip tüketiliyor.

* L.T. Tresh adlı bilim adamı, 1846 yılında bibere acılığı veren maddenin kristal yapısında olduğunu tespit ederek, adını “capsaicin-kapsaisin” koymuştu

Mucize meyve Elma

Hepimizin genel de severek yediği elmanın sağlık ve güzellik yönünden çok faydalı bir meyve olduğunu bilmeyenimiz yoktur.

Mesela her gün sabah akşam birer elma yiyen birinin yaşlanma etkilerinin geciktiğini duymuşuzdur, okumuşuzdur.



Hepimizin genel de severek yediği elmanın sağlık ve güzellik yönünden çok faydalı bir meyve olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Mesela her gün sabah akşam birer elma yiyen birinin yaşlanma etkilerinin geciktiğini duymuşuzdur, okumuşuzdur.

Ucuz ve her yer de kolaylıkla bulabileceğimiz elmanın faydalarını uzmanlar saymakla bitiremiyorlar.. Okuduğum bazı bilgileri sizlere de aktarmak istiyorum...

Elma, içerdiği organik asitler, soda ve fosforun yardımı ile, beyni, karaciğeri ve mideyi çok olumlu etkiler. Kullanım biçimleri, taze meyve ve meyve suyu olarak sıralanabilir. Çiğ elma kabuğu yenerek bedendeki ürik asit azaltılabilir. Pişmiş elma ile yapılan kompresler yumusatıcı ve rahatlatıcıdır.

Diğer meyve ve sebzelerle mukayese edildiğinde en yüksek quercetin oranına sahip olan meyvenin elma olduğu ve elmanın Alzeheimer hastalığıyla mücadelede en faydalı yiyecek olduğuna dikkat çekildi.

Taze elma suyu ile yıkanan kırışık ve pörsük deri canlılık ve tazelik kazanır. Yatmadan önce yenen bir elma, rahat uyumaya yardımcı olur. Kabızlığa karşı pişmiş elmanın etkili oldugu bilinir. Gut, böbrek, mesane hastalıklarına ve hemoroite karşı uygulanacak bir elma küründen yararlı sonuçlar alınabilir. Deri döküntülerine, gut ve romatizma rahatsızlıklarına karşı, taze elma suyu başarıyla kullanılabilir.

Elma suyu, özellikle soğuk algınlığına, öksürüğe, ses kısıklığına, yüksek ateşe ve iltihaplı hastalıklara karşı başarılıdır. Ama çok soğuk içilmemelidir. Elma suyu ayrıca, romatizmal böbrek ve karaciğer rahatsızlıkları, damar sertliği ve egzamaya karşı da kullanılabilir. Elma genelde, yatıştırıcı ve ateş düşürücüdür.

Elma suyu, sindirim sistemini uyarır ve mide mukozasini güçlendirir. Sindirim yetersizliğine karşı, rendelenmiş bir elma yemeklerden önce yenilmelidir. Ama rendelendikten sonra, rengi koyulaşana kadar bekletilmelidir. Ham elma rendesi ishale karşı kullanılabilir. Kısaca, sağlıklı yaşamaya önem veren kişinin yakınında her zaman elma bulundurması gerekir. Elma sirkesi, doğal bir yaşam iksiridir! Bileşim: kalsiyum, fluor,

Prof.Dr. Dieter Treutter’ e göre de çağımızın hastalığı olan kansere faydalı olduğudur..

"Elmadaki flavonoid adlı kimyasal madde kansere neden olan serbest radikallerin meydana gelmesini önler. Olgun bir elma, sağlıklı bir insanın en ideal kan serumu değerliklerine sahip mineral ve elektrolitlere sahiptir.

Açıkçası elma suyu kan suyu gibi değerlidir. Günde 6 elma yiyerek yapacağınız 8 haftalık bir kürle, kan değerliklerinizi olması gereken ideal değerliklere getirip, fazla kan yağı ve kolesterolden kurtulabilirsiniz.

Ancak elma yemeğe karar verdiğinizde sarı-yeşil renkteki elmayı kırmızı renkteki elmaya tercih etmenizi öneririz. Çünkü sarı-yeşil renkli elmadaki C vitamini dahil tüm diğer faydalı kimyasal maddeler kırmızı elmadan daha fazladır.

17 Ağustos 2007 Cuma

Gel-Git nedir?

Denizde dalgaların ay sayesinde gidip gelmesine Med-Cezir yani gel-git denir.

Barbie Bebekler

Tüm dünyada çocukların oynadığı,hemen hemen her çocuğun elinde olan oyuncaklar,üretici firmanın yaptığı açıklamada bebeklerde kansere yol açan maddenin bulunduğu ve tüm oyun satan mevkilere göderdiği bildiride toplanması gerektiğini açıklamıştır.

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Yüksek Kolesterol Tedavisi

Tedavide temel prensipler
Yüksek kolesterolün kontrol altına alınması ile yaşam süresinin uzadığı, kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin azaldığı ve kalıcı sakatlıkların önlendiği kesin olarak gösterilmiştir. Kolesterol yüksekliğine ilaveten şişmanlık, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, sigara gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin tedavisi de planlanmalıdır.Tedavi 2 aşamada gerçekleştirilir:1.İlaç dışı tedavi2.İlaç tedavisi.Her hasta için tedavi farklılıklar taşır. İlaç dışı tedaviler kesinlikle ihmal edilmemelidir. İlaç tedavisi kesinlikle doktor denetiminde olmalıdır.Tedavide hedef belirlenirken LDL-kolesterol düzeyinin esas alınması tercih edilir. Hedef LDL-kolesterol düzeyi hastada kalp ve damar hastalığının olup olmadığına göre değişir.A.Kişide kalp ve damar hastalığı yoksa LDL-kolesterol düzeyinin 130 mg/dl’nin altına düşürülmesi yeterlidir.B.Kişide kalp ve damar hastalığı varsa hedef LDL-kolesterol düzeyi 100 mg/dl’nin altı olmalıdır. Yani kalp krizi geçirmişseniz, koroner arter daralmasına bağlı göğüs ağrınız varsa, koroner damar ameliyatı geçirmişseniz, koroner arterler balon ile genişletilmişse, beyine, böbreğe, bacaklara giden damarlarda kolesterol birikimi varsa hedef LDL-kolesterol düzeyi 100 mg/dl’nin altıdır.

İlaçsız tedaviler
İlaçsız tedaviler yaşam düzeninin değiştirilmesi olarak da isimlendirilir. Yüksek kolesterol tedavisinde en önemli konu ilaçsız tedavilerdir, kesinlikle ihmal edilmemelidir. İlaçsız tedavilerde yapılan ihmal kolesterol düşürmek amacı ile kullanılan ilaçların başarısını da azaltır.İlaçsız tedavilerin başında beslenme alışkanlığının değiştirilmesi gelir.
Sigara kesinlikle bırakılmalıdır. Sigara da kolesterol yüksekliği gibi bir kardiyovasküler risk faktörüdür. (Sigara ayrıca akciğer kanseri, akciğer hastalığı, beyin kanaması ve birçok kansere de zemin hazırlar.)
Hastadayüksek tansiyon varsa, yüksek tansiyon tedavisinde geçerli olan ilaç dışı tedaviler ihmal edilmemelidir. Yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliğinde uygulanan ilaç dışı tedaviler birbirine benzerlik gösterir. Yüksek tansiyonlu hastalarda beslenme ile alınan tuzun da azaltılması gerekir.
Şeker hastalığı kontrol altına alınmalıdır. İnsülin kullanmak gerekiyorsa kaçınılmamalıdır.Şişmanlık kesinlikle kontrol altına alınmalıdır.
Nasıl zayıflarım ?

Düzenliegzersiz HDL-kolesterolü (iyi kolesterol) yükseltir, LDL-kolesterolü (kötü kolesterol) düşürür. Hastalar düzenli egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirmelidirler. Haftada en az 3, tercihen 5 kez, 30-45 dakika süre ile yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklete binme gibi sporlar yapılmalıdır.
Alkol HDL-kolesterolü (iyi kolesterol) yükseltir, ancak alkolün insan sağlığı ve sosyal yaşantı üzerine çok sayıda olumsuz etkisi olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle alkol alımı kesinlikle sınırlandırılmalıdır. İzin verilen etil alkol miktarı erkeklerde günde 30 ml, kadınlarda günde 15 ml’dir.30 ml etil alkol 720 ml bira, 300 ml şarap, 60 ml 100 derece viski ve 60 ml rakıda bulunur.
Beslenme
Yüksek kolesterol tedavisinin olmazsa olmaz koşuludur. Vücut gereksinimi olan kolesterolü kendisi üretebilir bu nedenle diyetle kolesterol almaya gerek yoktur. Beslenme konusunda tedavi planı beslenme uzmanı ile birlikte yapılmalıdır.Doymuş yağlardan ve kolesterolden fakir diyet seçilmelidir. Sıvı yağlarda doymamış yağ daha fazladır, tercih edilmelidir. Genel olarak sebze, meyve ve hububat tercih edilmelidir. Kızartmalardan kaçınılmalıdır. Kırmızı et yerine beyaz eti tercih edilmelidir. Yüksek tansiyonunuz varsa tuzu azaltınız. Karaciğer, böbrek ve beyin gibi kolesterolden zengin etlerden uzak durunuz. Gıdaların yağ ve kalori içeriklerine dikkat edilmelidir; Yağı azaltılmış peynir, sütü tercih ediniz. Diyet peynir, diyet süt kullansanız bile bunları sınırlı miktarda tüketiniz. Sağlıklı Beslenme Çizelgesine bakmak için tıklayınız

Kolesterol ve fındık
Fındığın kalp sağlığı üzerine olumlu etkileri gösterilmiştir. 1998 yılında yayınlanan, 86.000 hastayı içeren, 14 yıllık takibi olan bir çalışmada haftada en az 140 gram fındık yiyenlerde kalp ve damar hastalıklarına daha az rastlanmıştır. Yapılan başka çalışmalarda da fındığın iyi kolesterolü yükselttiği ve kötü kolesterolü düşürdüğü gösterilmiştir. Fındığın fazla tüketilmesinin kilo alınmasına yol açacağı unutulmamalıdır.

Nasıl zayıflarım ?
Sağlıklı beslenme zayıflamanın temel noktasıdır. Gün içinde sık ama az miktarda yenmelidir. 1 saatte yarım kilo, 1 haftada 7 kilo, Arjantin diyeti, son şans diyeti, bilezik gibi reklamlara aldanmamak gerekir. Kısa sürede aşırı kilo vermek sorunlara yol açabilir. Su içsem yarıyor ifadesi ise doğru değildir çünkü suyun kalorisi sıfırdır.
Kilo verirken acele etmemek gerekir. Unutmayın ki bu kiloyu 2 haftada almadınız, bu nedenle 2 haftada vermeye çalışmayın. Vereceğiniz kilo haftada 1-1.5 kilogramı geçmemelidir. Bir yılda toplam vücut ağırlığınızın % 10’unu vermeniz yeterlidir. Kilo vermek için beslenme alışkanlığı değiştirilmeli ve egzersiz yapılmalıdır. Kilo vermeyi kolaylaştıran ilaçlar piyasada mevcuttur. Bu ilaçlar kesinlikle doktor kontrolünde kullanılmalıdır. Bu ilaçların kullanılması ve sağlıklı beslenme birbirini tamamlayan tedavilerdir.

Kilo vermek, verilen kiloyu geri almamaktan daha kolaydır. Zayıflamanın kolesterol, şeker hastalığı, ruhsal durum, hipertansiyon üzerine de olumlu etkisi vardır. Tekrarlayan zayıflama ve şişmanlama kalp hastalığı ve ani ölüm gibi istenmeyen sonuçlara yol açabilir.

Alışkanlıkların değiştirilmesi kilo vermenin temel çözümüdür. Herkesin mutlaka değiştirilmesi gereken ve değiştirmesi zor olmayan alışkanlıkları vardır. Bu konuda bazı ipuçları:
Gazete, kitap okurken bir şey yemeyin
Televizyon seyrederken bir şey yemeyin
Karnınız açken mutfak alışverişi yapmayın
Alışverişe çıkarken liste yapın, liste dışında yiyecek almayın
Öğün atlamayın
Sadece açken yemek yemeye çalışın
Diyetinizi bozduğunuz için suçluluk duymayın, önünüzde başka öğünler olduğunu unutmayın
Gıdaların yağ, tuz, kalori içeriğine dikkat edin
Egzersiz yapın
Açık büfe tarzı yemeklerden uzak durun
Evinize gelen misafirlere yaptığınız ikramı azaltın
İştahlı arkadaşla yemeğe oturmayın

İlaç tedavisi
Yağ metabolizması bozukluklarını düzeltmek amacı ile çeşitli ilaçlar geliştirilmiştir.1.Statinler2.Safra asidi bağlayıcı reçineler3.Nikotinik asit4.FibratlarBu ilaçlara ne zaman başlanacağı, ne kadar süre kullanılacağı ve hedef kolesterol, LDL-kolesterol, trigliserid düzeyleri kesinlikke doktor denetiminde olmalıdır.

Sık yapılan hatalar
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken diyeti önemsememek
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken diyeti önemsememek
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken diyeti önemsememek
İlk 3 maddenin aynı olması yanlışlık değildir, bu hataların çok sık yapıldığını vurgulamak için böyle yapılmıştır
Doktor randevusuna gitmeden birkaç gün-hafta önce diyete yapmaya başlamak
Doktor veya beslenme uzmanına danışmadan diyet değişiklikleri yapmak
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken şeker hastalığı, yüksek tansiyon, sigara içimi gibi diğer sorunları ihmal etmek
Komşu veya arkadaşın önerisi ile ilaç almak
İlacın bitmesi, muayeneye kısa bir zaman kalması gibi nedenlerle ilaç tedavisine kısa süreli bile olsa kesinlikle ara verilmemelidir.
Kullanılan ilacın ismini hatırlamamak ve doktora giderken ilaç kutusunu yanına almamak.
Yüksek kolesterolün çok yaygın bir hastalık olması kamuoyu ve medyanın da ilgisini çekmektedir. Gerek kamuoyu gerek medyada yüksek kolesterol konusu çok konuşulmakta ve bu konuda uzman olmayan kişilerin de fikirleri yansıtılmaktadır. Hastalar, yetkisiz ve bilgisiz kişiler tarafından eksik ve yanlış bilgilendirilebileceklerini unutmamalıdır.

Hastalara öneriler
Kolesterol düzeylerinizi kaydetmeyi alışkanlık haline getirin
Türkiye’de bilinçsiz ilaç kullanımı yaygın bir sorundur, kolesterol düşürücü ilaçlar Türkiye’de yeni kabul edilebilir, bu nedenle yanlış ilaç kullanımından kaçınınız
Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur gibi sağlık sigorta güvencesi olanlar eğer hastalıklarını belirtir bir heyet raporu alırlarsa ilaçlarına hiçbir ücret ödemezler. Bu konuda doktorları yardımcı olacaktır.
Bir seyahate giderken sağlık karnenizi, heyet raporlarınızı, ilaçlarınızı yanınıza almayı unutmayınız.
İlaçlarınızı düzenli kullanın, ilacınızı aksatmayın
Doktora giderken şahsınıza ait tüm tıbbi dökümanları (filmler, tahlil sonuçları, hastane dosyası, kullandığınız ilaçların kutusu...) mutlaka yanınıza alınız.
İlaçlarınızın sadece ismine değil dozuna da bakınız, öğreniniz ve kaydediniz.

Kolesterol nedir ?

Kolesterol nedir?
Kolesterol yaşam için gerekli olan mum kıvamında yağımsı bir maddedir. Kolesterol beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunur. Vücut kolesterolü kullanarak hormon (kortizon, seks hormonu....), D vitamini ve yağları sindiren safra asitlerini üretir. Bu işlemler için kanda çok az miktarda kolesterol bulunması yeterlidir. Eğer kanda fazla miktarda kolesterol varsa bu kan damarlarında birikir ve kan damarlarının sertleşmesine, daralmasına (arteriyoskleroz) yol açar. Arteriyosklerozda damar duvarında biriken tek madde kolesterol değildir; akyuvarlar, kan pıhtısı, kalsiyum... gibi maddeler de birikir. Toplumda arteriyoskleroz için damar sertliği, damar kireçlenmesi gibi ifadeler de kullanılmaktadır.Damarlar tüm vücutta yaygın olarak bulunur ve kalp, beyin, böbrek... gibi organlara kan taşıyarak bu organların görev yapmasını sağlar. Kolesterol hangi organın damarında birikirse o organa ait hastalıklar ortaya çıkar. Örneğin; kalbi besleyen atardamarlarda (koroner arterler) kolesterol birikimi olursa göğüs ağrısı, kalp krizi gibi sorunlar oluşur. Böbrek damarlarında kolesterol birikimi yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.

İyi kolesterol-Kötü kolesterol
Kolesterol, yağımsı bir maddedir. Normal koşullarda, yağ suyun içinde çözünmez. Kolesterol de su özelliklerini taşıyan kanda normal koşullarda çözünmez. Kolesterol, kanda çözünmesi ve taşınması için karaciğerde bir protein ile birleştirilir (paket edilir). Bu kolesterol ile protein birleşimine lipoprotein adı verilir. Değişik tipte lipoproteinler vardır:1.LDL (low density lipoprotein, düşük yoğunluklu lipoprotein): Kötü huylu kolesteroldür.2.HDL (high density lipoprotein, yüksek yoğunluklu lipoprotein): İyi huylu kolesteroldür.HDL ve LDL kolesterolden başka lipoproteinler de vardır.
Yağ metabolizması bozukluğu olan hastaların yaptırdığı diğer bir kan incelemesi de trigliserid ölçümüdür. Trigliserid de kolesterol gibi kanda çözünen bir yağdır. Kan trigliserid düzeyi ile arteriyoskleroz arasındaki ilişki kolesterol kadar belirgin değildir.

Yüksek kolesterol nedir?
Kanda kolesterol ve LDL-kolesterolün yüksek olması hasta için risk taşır. HDL-kolesterolün düşük olması da bir risktir.
20 yaşın üzerinde Kan kolesterol düzeyi
200 mg/dl'nin altı istenilen düzeydir.
200-239 mg/dl arası sınırda yüksek’tir.
240 mg/dl'nin üstü ise yüksektir.
Kan LDL-kolesterol düzeyi
130 mg/dl'nin altı istenilen düzeydir.
130-159 mg/dl arası sınırda yüksek’tir. Kan HDL-kolesterol düzeyi
35 mg/dl'nin altı düşüktür.
Kanda Kolesterol >200 mg/dl
veya LDL-kolesterol>130 mg/dl
veya HDL-kolesterol <35 mg/dl İSE >RİSK FAZLADIR
HDL-kolesterol yükseldikçe risk azalır. Ortalama HDL-kolesterol düzeyi kadında 55 mg/dl ve erkekte 45 mg/dl’dir yani kadınlar bu yönden daha şanslıdır.

Kan trigliserid ölçümüne göre sınıflandırma

< 200 mg/dl ----> Normal
200-400 mg/dl ----> Sınırda yüksek
400-1000 mg/dl ----> Yüksek
> 1000 mg/dl ----> Çok yüksek

Kanda kolesterolün yüksek olması bir yağ metabolizması bozukluğudur. Yağ metabolizması bozukluğundan şüphe edilen bir hastada yapılması gereken kan alınarak öncelikle kolesterol, LDL-kolesterol, HDL kolesterol ve trigliserid düzeyi ölçülmesidir. Tedaviye karar vermeden önce bu değerler en az 2 kere ölçülmelidir.Tedavi düzenlenirken öncelikle LDL-kolesterol düzeyleri temel alınmalıdır.

Kolesterol niye yükselir?
Kanda kolesterol düzeyini etkileyen çok sayıda faktör vardır. Bu faktörlerin bazıları önlenebilir niteliktedir. Bunlardan bazıları:
1.Kalıtımsal Faktörler
2.Gıdalar
3.Şişmanlık
4.Stres

gibi faktörler kolesterolü ve kötü huylu kolesterolü yükseltir.Düzenli egzersiz iyi huylu kolesterolü yükseltir ve kötü huylu kolesterolü azaltır.60-65 yaşa kadar yaşla birlikte kolesterol düzeyi artar. Kadınlarda menopozdan sonra kolesterol düzeyi artar.

Kolesterol yükselmesine yol açan hastalıklar
Bazı hastalıklarda kolesterol düzeyi yükselir. Bu hastalıkları ikiye ayırarak incelemek mümkündür:
1.Kalıtsal yağ metabolizması hastalıkları
A.Hipotiroidi: Tiroid bezinin yetersiz çalışması.
B.Karaciğer hastalıkları
C.Nefrit: Böbreğin mikrobik olmayan iltihabi hastalıkları
D.Şeker hastalığı
E.Şişmanlık
F.Bazı ilaçlar
2.Diğer hastalıklar

Kolesterolün önemi nedir?
Kalp ve damar hastalıkları Türkiye'de ve diğer ülkelerde ölüm ve kalıcı sakatlıklara yol açan yaygın sorunlardır. Türkiye’de 6 milyon kişide kan kolesterol düzeyi sınırda yüksek (200-239 mg/dl) ve 2 milyon kişide yüksektir (240 mg/dl). Gelişmiş ülkelerde ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıkları ilk sıradadır ve yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, şişmanlık gibi sorunların düzeltilmesi ile bu ölümler önlenebilir veya geciktirilebilir. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü kalp ve damar hastalıklarını 1 numaralı insanlık düşmanı ilan etmiştir.Kalp ve damar hastalıklarını kolaylaştıran faktörlere kardiyovasküler risk faktörleri adı verilir. Kanda kolesterol ve LDL-kolesterolün yüksek olması hasta için risktir ve kolesterol yüksekliği bir kardiyovasküler risk faktörüdür. HDL-kolesterolün düşük olması da bir risktir. Bu riske sahip hastalarda kalp krizi, felç, damar tıkanması, böbrek yetmezliği gibi hastalıkların ortaya çıkma olasılığı daha fazladır.

Kardiyovasküler Risk Faktörleri
Kolesterolü yüksek hastalarda, kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi ve mümkünse değiştirilmesi, tedavinin temel noktalarından birisidir. Kolesterolü yüksek hastalarda, kolesterol yüksekliği dışındaki kardiyovasküler risk faktörlerine de sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörlerinin düzeltilmesi ile kardiyovasküler kalıcı hasar ve ölüm riski kesin olarak azaltılır. Aşağıda kardiyovasküler risk faktörleri özetlenmiştir:
Hipertansiyon
Lipid (yağ) metabolizması bozukluğu, Kolesterol yüksekliği
Sigara Diyabetes mellitus (şeker hastalığı)
Şişmanlık
Fiziksel aktivite azlığı ve sedanter yaşam
Yüksek hematokrit (kanda çok fazla hücre bulunması)
Artmış trombojenik faktörler (kanı pıhtılaştıran faktörler )
İleri yaş
Erkek cinsiyet
Aile öyküsü
Tip A kişilik yapısı (mükemmeliyetçi, obsesif hırslı ve gergin kişilik)
Östrojen eksikliği
Alkol yoksunluğu (alkol bağımlılığı)
Fibrinojen yüksekliği
Ürik asit yüksekliği
Lipoprotein (a)
Belirgin beyin, kalp, böbrek veya damar hastalığı

Hipertansiyon, her yaş, cins, ırk için önemli bir kardiyovasküler risk faktörüdür ve hem büyük hem küçük tansiyonun yükseldikçe kardiyovasküler risk artmaktadır. Hipertansiyon tedavisi ile kardiyovasküler risk azalmaktadır.

Lipid (yağ) metabolizması bozuklukları, majör ve düzeltilebilir kardiyovasküler risk faktörlerinden birisidir. Yapılan tüm büyük çalışmalarda serum kolesterol düzeyi ile kardiyovasküler risk arasındaki ilişki gösterilmiştir. HDL-kolesterolün düşüklüğü de bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Diyetin kolesterol içeriği ile kardiyovasküler risk arasında da doğrudan ilişki vardır.

Şişmanlık ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Ancak şişman hastalarda, hipertansiyon, fiziksel aktivite azlığı, diyabetes mellitus (şeker hastalığı) ve lipid metabolizması gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerine da daha sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörler, şişmanlığın bağımsız etkisini maskeleyebilir.

Günümüzde şişmanlık tanım ve sınıflandırmasında beden kitle indeksi kullanılmaktadır.Beden kitle indeksi=Beden ağırlığı(kg)/Boy(m)2 formülü ile hesaplanır.Örneğin vücut ağırlığı 85 kg, boyu 1.74 m olan bir insanda;Beden kitle indeksi=85/1.74x1.74=28’dir.Beden kitle indeksine göre kilo durumu aşağıda özetlenmiştir.<18.5 Zayıf18.5-24.9 Normal (sağlıklı)25-29.9 Fazla kilolu (gürbüz)30-39.9 Şişman>40 Tehlikeli şişmanYukarıdaki örnekteki kişi gürbüzdür.


Yetersiz egzersiz kardiyovasküler riski arttırır. Öte yandan sedanter yaşam, kan şekeri, kolesterol ve kan basıncı kontrolunu zorlaştırır. Düzenli egzersiz yapanlarda, koroner arter hastalığı riski de azalır.

Diyabetes mellitus (şeker hastalığı) iyi bilinen bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Ayrıca diyabetik hastalarda lipid (yağ) metabolizmasi bozuklukları, hipertansiyon, şişmanlık gibi diğer kardiyovasküler risk faktörleri de sıktır.

Sigara, koroner arter hastalığı sıklığını arttırdığı gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin etkisini de arttırır. Sigara içimi, Türkiye'deki en önemli sağlık problemlerinden birisidir ve ne yazık ki kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Sigaranın bırakılması ile koroner arter hastalığı riski azalır ve bu azalma 12 ay sonra en belirgin hale gelir.

Tip A kişiliğine sahip kişiler, mükemmeliyetçi, obsesif, hırslı ve gergin bir özellik sergilerler.

Yüksek kolesterolün vücuda verdiği zararlar
Kanda aşırı miktarda bulunan kolesterol yavaş yavaş (yıllar içinde) damar duvarında birikir. Bu birikim sonucu o damarda daralma, tıkanma ortaya çıkar. Bu durum bir su borusunda pisliklerin birikmesine benzetilebilir. Kolesterol hangi damarda birikmişse o damarla ilişkili sorunlar ve hastalıklar ortaya çıkar.Kolesterol yüksekliğinde belirti ve bulgular çoğu zaman ani kolesterol yükselmesine bağlı değildir, uzun süreli kolesterol yüksekliğinin damar duvarında kolesterol birikmesine yol açmasının sonucudur. Yani kolesterolünüz şu andaki değerinin 2-3 katına yükselse ve 3-4 saat yüksek kalsa size bir zararı olmaz. Asıl sorun sizde daha önce uzun süreli kolesterol yüksekliği olmasıdır.Kalbi besleyen damarlarda (koroner arter) kolesterol birikimi bu damarlarda tıkanma ve daralmanın sonucu göğüs ağrısı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi sorunlara neden olur. Bunların sonucu hasta koroner by pass ameliyatı (cerrahi olarak darlığın ortadan kaldırılması) veya anjiyoplasti (balonla daralmış koroner arterin genişletilmesi) işlemine ihtiyaç duyabilir.Beyini besleyen boyun damarlarında kolesterol birikimi olması felçlere, konuşma bozukluklarına, dengesiz yürümeye, bilinç kaybına yol açar.Böbrek damarlarında kolesterol birikimi yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.Ana atardamarda (aort) kolesterol birikimi de tehlikelidir. Buradan kopan kolesterol birikintileri daha küçük damarları tıkayarak çok değişik sorunlara yol açabilirler: Bağırsağı besleyen damarları tıkayarak bağırsak ölümüne, göz damarlarını tıkayarak körlüğe, bacak damarlarını tıkayarak gangrene... yol açabilirler.
Kolesterol yüksekliğine bağlı sorunlar ortaya çıktığı zaman hasta geç kalmış olabilir; bu nedenle kolesterol yüksekliğini önlemek, yükselmişse düşürmek çok önemlidir.

Kolesterol-yüksek tansiyon ilişkisi
Kolesterol ve yüksek tansiyon arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Yani kolesterol yüksekliği yüksek tansiyona, yüksek tansiyon kolesterol yüksekliğine yol açmaz. Ancak ikisinin hedefi ve zarar verdiği organ aynıdır: Kan damarları. Yüksek tansiyon kan damarındaki basıncı yükselterek aşınma, yırtılmalara neden olur. Bu durum su borusu içindeki basıncın artmasına bağlı sorunlara benzetilebilir. Yüksek kolesterol de damar duvarında kolesterol birikimine yol açarak damarlarda daralma, tıkanmalara yol açar. Yüksek tansiyon ve kolesterol yüksekliği kan damarına diğerinin verdiği zararın şiddetini arttırır ve ortaya çıkmasını çabuklaştırır. Bu nedenle hem kolesterol yüksekliği hem de yüksek tansiyon tedavi edilmelidir

kurtlar vadisi pusu